Konu: Ahad Hadis Akidede Delildir Cuma 06 Şub. 2009, 23:48
............................................................................. Hadiste mütevatir şartının konulması, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in hadislerini ibtal etmekten başka bir şey değildir. Bundan dolayı günümüzde bir çok insanı bu konuda guruplaşmış görüyoruz. Bazıları daha henüz guruplaşmamış.
Bunlar ahkama dair olmayıp, âkîde ve ğaybiyatla ilgili sahih hadisleri, ahad hadis olması hasebiyle reddedip aynen meyvanın çekirdeğini çıkartıp fırlattıkları gibi reddedebiliyorlar.
Şimdi Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in zamanına dönüp, Peygamber’in sahabelerinin Peygamber'in hadislerini kendilerinden sonrakilere nasıl rivâyet ettiklerini görelim. Bunlar Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} zamanında yaşayıp onun sohbetine nail olamayan Yemenliler gibi Peygamber’e gelmeye imkan bulamayan ve Peygamber’in onlara değişik zamanlarda Muaz, Ali, Ebu Musa {radiyallahü anhum} gibi sahabeleri gönderdiği insanlarda olsalar. Bunlara Peygamber Muaz’ı gönderdiğinde sahihaynda da belirtildiği gibi ona şöyle yapmasını emretti:
“Onları ilk davet edeceğin şey, “La ilahe illallah ve Muhammedun Rasulullah” kelimesine şahitlik etmeleri olsun. Bunu kabul ederlerse beş vakit namazı emret,…” ila ahiril hadis.[14]
Şahidimiz; namaz ahkama müteallik bir ameldir, bununla beraber Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem} Muaz {radiyallahü anhu}’ya emri namazdan önce onları tevhide davet etmesini emretmiştir. Tevhid ise İslam’ın temeli ve aslı olduğu gibi İslam âkîdesinin tümünün aslıdır. Gördüğün gibi Muaz {radiyallahü anhu} Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in emrini onlar tebliğ ettiği bu haber mütevatir mi yoksa ahad mıydı?
Hiç şüphesiz akıl sahibi bir kişi bunun haberi ahad olduğunu görür. Bununla Allâhu Teâlâ’nın ve Rasûlu {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in hücceti Yemenlilere ulaştırılmış oldu mu, olmadı mı?
Ahad hadisin âkîdede hüccet olmayacağı felsefesini kabul edenlere göre, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in arkadaşı Muaz b. Cebel {radiyallahü anhu}’yu tek başına Yemenlilere İslam’ı tebliğle görevlendirmesiyle Allâhu Teâlâ’nın ve Peygamber’in hücceti onlara ulaşmış olamaz. Hüccetin ulaşmış sayılabilmesi için Peygamber’in tevatür adedince bir toplumu onlara göndermesi gerekirdi.
Dolayısıyla âkîdede haberi ahadın hüccet olamayacağını iddia edenlerden bazılarına şunu söyledim:
“Sizden biriniz küfür diyarından herhangi bir ülkeye gidip orada İslam’a davet edecek olsa, onları ilk davet edeceği şey âkîdeye (imana, inanca) davet edecek. Ve İslam’da ilk âkîde Şahadet kelimesidir. Ancak işaret edilen bu gurubun reisi hazırlamış olduğu bir kitabında şöyle bir başlık koymuş: “İmanın Yolu” ve çağrılarını buna göre yapmaktadırlar. İslam beldelerinde Müslümanları İslam’a çağırmak, kafirleri de küfür diyarlarında İslam’a davet etmek.
Sizden biriniz gidip iman yolunu onlara anlatsa, bu yolun sonunda ahad hadisin âkîdede delil olamayacağı gelse ve insanlar toplu halde sen iman yolunu anlatıp bitirene kadar senin konferansını dinleseler, sonunda oradaki dinleyicilerden biri kalkıp dese ki: “Ya üstad! Ey hocam! Sen bize İslam âkîdesini öğretiyorsun. Öğrettiklerinin içerisinde ahad hadisin âkîde de delil olamayacağı var. Sen bize İslam inancını öğretmek için o Müslümanların yanından gelen tek bir kişisin. Bu, senin bize öğrettiğin usule, metoda göre Allâhu Teâlâ’nın hücceti bize senin anlatmanla ulaşmış değildir. Çünkü senin haberin ahaddır. Sen şimdi ülkene döneceksin ve oradan tevatür derecesine ulaşacak adedde insan bulup bize getirecek, onlar senin anlattığının İslam’dan olduğuna şahadet edecekler, o zaman biz sana inanırız. İslam bu mu?
Siz nerede, Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in Ali’yi, Muaz’ı, Ebu Musa’yı İslam’ı öğretmek üzere ferd ferd gönderdiği insanlar nerede? Bundan öğrenirsiniz ki; bu İslam’a sonradan sokulmuş bir fikir olup, Selefi Salihin hadisi ahad ve mütevatir gibi ayırıma tabi tutmadığı bir konudur.
Size Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in hadisi bu işin ehli tarafından sahih hükmü verilip ulaşırsa yeterlidir. Akılları kıt olup, akılarını kitap ve sünnet anlayışı ile temizlemeyen insanlardan değil.
Öyleyse mütevatir de olmasa, Kur'ân-ı Kerîm’in tefsirini Peygamber {sallAllahu aleyhi ve sellem}’in hadisiyle yapmamız gerekir. Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ’nın kitabını tefsir ederken takip edeceğimiz yol, Allâhu Teâlâ’nın şu Âyetine imanımızın gereği olarak Âyet-in belirttiği gibi olması lazımdır.
“Bir hususta çekişirseniz eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasûlune havale ediniz. Bu sizin için daha hayırlı olup sonuç bakımından en güzeldir.”[15]
9-Tevbe Suresi-122.İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler.
Ayetteki taife kelimesi Arapça'da birden fazla kişi anlamına gelmektedir. Ahad hadis sanıldığı gibi bir kişiden rivayet edilen hadis değildir, mütevatir derecesine ulaşamamış tüm sahih hadislere ahad hadis vaya haberi vahid denilir. Burada ise geride kalacak birkaç kişinin vereceği haber diğer hepsi için delil sayılmıştır.
49-Hucurat Suresi-6.Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.
Bu ayetin mefhumu muhalifi de size haber getiren kişi adil bir kişi ise onun haberini kabul edindir.
Deliller Albani'nin, Hadis üzerine Selefi Bir Yaklaşım, Esra Yayınları, shf.85 ve devamından alınmıştır. İfadeler bana aittir.