Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun...

İSLAMİ BİLGİ PAYLAŞIM SİTESİ
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Rahmet Forum Son Konular
Konu Yazan GöndermeTarihi
star
starPaz 28 Ekim 2012, 12:04
star
starÇarş. 14 Eyl. 2011, 21:58
star
starSalı 13 Eyl. 2011, 18:41
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:48
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:15
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:02
star
starPtsi 05 Eyl. 2011, 22:51
star
starPaz 04 Eyl. 2011, 13:51
star
starCuma 02 Eyl. 2011, 16:06
star
starCuma 02 Eyl. 2011, 15:45
Similar topics
  • » Tekfir Hakkında
  • » İmanın Şartları Hakkında Kısa Bir Açıklama

  • Tekfir’in Şartları ve İlkeleri

    Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
    Yazar Mesaj
    e-mir
    Admin
    Admin
    e-mir
    Yaş :
    Kayıt tarihi : 02/02/09
    Mesaj Sayısı : 1596
    Nerden :
    Tekfir’in Şartları ve İlkeleri Vide
    http://www.rahmet.yetkin-forum.com
    MesajKonu: Tekfir’in Şartları ve İlkeleri Tekfir’in Şartları ve İlkeleri Icon_minitimeÇarş. 02 Şub. 2011, 20:14


    Tekfir’in (Bir Kimseye Kâfir Hükmü Vermenin) Tehlikesi

    Gerçek şu ki, Kitâb ve Sünnet’ten bir delil olmaksızın müslüman bir kimseyi tekfir etmek, Kitâb ve Sünnet’te son derece tehlikeli, nehyedilmiş bir iştir. Çünkü küfür hükmünü vermek, Allah ve Rasûlü için hüküm vermek demektir. Dolayısı ile Allah’ın ve Rasûlünün kâfir olduklarına hükmettiği kimseler dışında hiç kimse tekfir edilemez. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
    “Size selâm veren kimseye –dünya hayatının menfaatini arayarak– ‘sen mümin değilsin’ demeyin.” (Nisâ, 4/94)
    Yine şöyle buyurmaktadır:
    “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur.” (İsrâ, 17/36)

    O halde müslümanın görevi, Allah’ın yoluna basiret üzere davet etmektir. Hiçbir kimse insanların içlerinde gizledikleri hakkında hüküm vermekle emrolunmuş değildir.

    Buna göre her kim iki şehâdeti telaffuz eder ve gereklerince amel ederse, Kitap ve sünnetten bir delile ve ümmetin selefinin üzerinde görüş birliği halinde bulundukları icmâya göre, kendisini İslâm dairesinden çıkartacak bir amelde bulunmadıkça yahut böyle bir söz söylemedikçe; zahiren onun müslüman olduğuna hüküm verilir. Onun içinde gizledikleri bizi ilgilendirmez.

    İşte apaçık bir delil bulunmaksızın müslümanların tekfir edilmesini yasaklayan bazı deliller:
    1- İbn Ömer (74/693) radiyallâhu anhumâ’dan dedi ki: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir adam kardeşine: Ey kâfir diyecek olursa, mutlaka o söz ikisinden birisini bulur. Eğer onun dediği gibi ise mesele yok, değilse o söz onu söyleyene geri döner.”[1]

    2- Ebû Zerr el-Gıfârî (32/652) radiyallâhu anh’den rivâyete göre o Rasûlullahsallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işitmiştir: “Bir kimse bir diğerine: Kâfir diye seslenir yahutta ona: Ey Allah’ın düşmanı, diyecek olursa o da böyle değilse, o söz mutlaka onu söyleyene geri döner.”[2]

    Bu hadislerde müslüman kardeşi hakkında herhangi bir delil bulunmaksızın küfür nitelemesinde bulunan kimseler için ağır bir tehdit ve Allah hakkında bilgisizce söz söylemekten şiddetli bir sakındırma vardır.

    Tekfirden Sakındırma Konusu Selefin Sözlerinde de İşlenmiş Bir Konudur

    İmâm Ahmed (241/855) şöyle demiştir: “Şüphesiz bir şeyi vâcib (farz) ve haram kılmak, sevap, ceza, kâfir, fâsıklık hükmünü vermek, Allah’a ve Rasûlüne ait bir iştir. Hiçbir kimsenin bu hususta hüküm verme yetkisi yoktur. İnsanlara düşen ise Allah’ın ve Rasûlünün vacip kıldığını vacip görmek, Allah’ın ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram kılmak, Allah’ın ve Rasûlünün haber verdiğini tasdik etmektir.”[3]

    Bu konudaki âyet ve hadisler ile selefin bu husustaki sözlerinden açıkça şunu anlıyoruz: Tekfir, Allah’ın Kitâbına ve Rasûlünün sünnetine başvurulması gereken şer‘î hükümler arasındadır. Bu başvuru da, Selef-i Sâlih’in yöntemine uygun olmalıdır. Bu hususta herhangi bir kimsenin ictihâd ile yahut zann-ı galip ile ya da mücerred aklın hükmüne dayanarak hüküm verme yetkisi yoktur.[4] Şüphesiz bu hususta anlayışlar şaşırmış ve ayaklar kaymış durumdadır.

    Özetle söyleyecek olursak; müslümana düşen görev, bu mesele hakkında bilgi ve Allah’tan gelmiş bir delil olmaksızın konuşmamaktır. Çünkü bir kimseyi İslâmdan çıkarmak yahut onu İslâma sokmak dinin en büyük işlerinden birisidir. Allah da, Rasûlü de, bu meseleyi de diğerleri gibi gerektiği gibi açıklayarak bizi külfetten kurtarmışlardır. Hatta onların genel olarak verdikleri hükümler, dinin en açık hükümleridir. O halde bize düşen, bunlara uymak ve bid’atler uydurmayı terk etmektir.

    Tekfir’in İlkeleri

    Herhangi bir delil ve apaçık bir belge bulunmaksızın müslümanı tekfir etmenin haram olduğunu belirten delilleri açıkladıktan sonra, şunu da bilmemiz gerekir ki, herhangi bir kimsenin kâfir olduğuna dair hüküm vermek için kaçınılmaz bir takım ilkeler de vardır.

    Bu husustaki çok önemli iki kuralın iyice anlaşılmasının kaçınılmazlığı bunlar arasındadır:
    Birinci kural: Bir söz ya da bir fiil küfür olabilir fakat o sözü söyleyen yahut o fiili işleyen bir kimse, ortada tekfire mani bir engelin bulunması ve tekfir için gereken şartlardan bir şartın yerine gelmiş olmaması dolayısıyla tekfir edilmeyebilir.

    Bundan dolayı müslüman bir kimse hakkında sadece küfrü gerektiren bir amelinin yahut bir sözünün dışarıya yansıması sebebiyle dinden çıkması anlamında küfür ile –bu hususta ona karşı delil ortaya konuluncaya ve onun bu konudaki şüphe ve tereddüdü izale edilinceye kadar– hüküm verilemez.

    Hâricîler, Râfizîler, Kaderiyye ve Cehmiyye gibi çeşitli bid’at ehli bu kurala aykırı davranmışlardır. Çünkü bunlar herhangi bir delil ortaya koymaksızın, şüphe ve tereddüdü izale etmeksizin, başkalarının kâfir olduğuna hüküm verirler. Hatta kâfir olmasını gerektiren bir sebep bulunmaksızın bile, kendilerine muhalefet eden kimselerin küfrüne hükmederler.

    İkinci kural: Kendisine küfür adı verilmiş olan her bir günah, kişiyi dinden çıkartıcı değildir. Çünkü küfür biri küçük küfür, diğeri büyük küfür olmak üzere iki türlüdür. Bundan dolayı Peygambersallallâhu aleyhi ve sellem’in şu buyruğunda görüldüğü gibi bazı günahlara da küfür adı verilmiştir: “İnsanlarda iki husus vardır ki, bunlar onlarda bulunan bir küfürdür: Neseblere dil uzatmak ve ölüler için ardından ağıt yakmak.”[5]

    Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat de bu iki büyük günahın kişiyi İslâm’dan çıkartıcı olmadığını icmâ’ ile kabul etmişlerdir. Aksine bu gibi günahlara küfürden küçük bir küfür ya da küçük küfür adı verilir.
    Bu iki kural ve daha önce kaydettiğimiz naslardan sonra bizlerin, ilim ehlinin tekfir hükmünü vermek sadedinde söz konusu ettikleri şart ve konumları bilmemiz gerekmektedir.


    Tekfir Hükmünde Aranan Şartlar ve Bulunmadığının Tesbiti Gereken Engeller

    Tekfir’in Şartları

    Nasların tetkik edilmesi ve selefin sözlerinin incelenmesi sonucu bizler için tekfirin şartları da açıklık kazanmış olur. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
    1- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin büyük küfür yahut büyük şirk olduğunun şer‘î delillerle sabit olması.
    2- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin âlimlerce dinden çıkarıcı söz ya da fiil olarak değerlendirilmiş olması.
    3- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin küfre delaletinin muhtemel anlamlar içermeyen açıklıkta ve sarih olması.
    4- Bir hakkın açıklanması ve bir şüphenin ortadan kaldırılması için gerekli olan delilin ona ulaşmış olması ve bu delilin eğer ilim ve tetkik ehlinden bir kimse ise onun nezdinde sabit olması.
    5- Anlayabilen, akıllı ve bâliğ bir kimse olması.
    6- İslâma yeni girmiş olduğu için mâzur görülebilecek bir kimse olmaması.
    7- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilde kasıt bulunması; hata sonucu ortaya çıkmış olmaması.
    8- Kişinin bunu kendi isteği ile seçmesi ve mükreh (zorlama altında bulunan) bir kimse olmaması.
    9- Örneğin, ilim öğrenmek ortamından uzak ıssız bir yerde yetişmiş olduğu için cahil bulunmaması.

    Tekfir Hükmünü Vermenin Engelleri

    Bizler tekfirin şartlarını öğrendiğimize göre bu şartların zıttının eğer varsa tekfire engel olduğunu da bilmiş oluruz. Söz konusu engellerden bazıları şunlardır:
    1- Bir kimsede küfrü gerektiren söz ya da fiilin ortaya çıkmaması.
    2- Ya delilin ona ulaşmamış olması yahutta şüphenin kalbinde yer etmiş olması ya da İslâm diyarından uzaklığı sebebiyle bilgisizliğinden ötürü onun hakkında delilin ortaya konulmamış olması.
    3- Küçüklük, delilik ve kendisine söyleneni anlayamayacak kadar kocamış yaşlı olması.
    4- Gerekli delilleri bilmemesi. İlim ehlinden kendisine delili gösterecek kimse bulamaması yahutta ıssız bir yerde yetişen ya da küfürden henüz yeni dönmüş ve henüz şerîatin hükümlerini bilmeyen bir kimse olduğundan ötürü, küfründen dolayı mazur görülebilecek durumda olması.
    5- Küfür olan bir sözü ya da bir fiili yapmaya mülci’ (çaresiz bırakıcı) anlamda ikrah altında bulunması. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
    “Kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlananlar müstesnâ olmak üzere” (Nahl, 16/106)

    İşte bunlar ilim ehlinin zikrettikleri bazı kaideler, şartlar ve engellerdir. O halde müslümana düşen bunlara riâyet etmek ve bunların sınırında durmasını bilmektir. Çoğu kimsenin müslümanlar aleyhinde bilgisizce hüküm vermekte ellerini çabuk tutmaları sebebiyle ortaya çıkan fitne gerçekten büyüktür. Bu da ya onların bilgisizlikleri, ya ilim ehlinden uzak bulunmaları ya da kalplerinde bir takım şüphe ve yanlış görüşlerin yer etmiş olması dolayısı iledir.

    Bu halden kurtulmak ise tekrar Kitâb ve Sünnet’e dönmek, Allah’ın sapasağlam ipine sımsıkı sarılmak, geçmiş Rabbânî âlimlere ve ıslâh edici hidâyet önderlerine uymaktır. Ömer b. Abdülazîz (101/719) –Allah’ın rahmeti üzerine olsun–şöyle demektedir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ve ondan sonra gelen emir sahipleri bir takım sünnetler ortaya koymuşlardır. Bu sünnetleri izlemek Allah’ın Kitabını tasdik etmek, Allah’a itaati kemâle erdirmek, Allah’ın dininin gereklerini yerine getirmekte güç sahibi olmak demektir. Kimsenin bunları değiştirebilme yahutta buna muhalif herhangi bir şey üzerinde düşünme hakkı yoktur. Bunlarla hidâyet bulan bir kimse hidâyet bulan kişidir. Her kim bunların yardım ve desteğini alırsa şüphesiz o yardıma mazhar olan bir kimsedir. ‘Bunlara muhalefet ederek müminlerin yolundan başkasına uyan bir kimseyi de Allah yüzünü çevirdiği istikamette yürütür, onu cehenneme götürür. O da çok kötü bir dönüş yeridir.’ (Nisâ, 4/115)”[6]

    [1] (SAHİH HADİS): Bu lafızla Müslim (No: 60/111) İbn Ömer radiyallâhu anhumâ’dan. Buna yakın bir lafızla Buhârî (No: 6104) İbn Ömer radiyallâhu anhumâ’dan. Buhârî (No: 6103) Ebû Hureyre radiyallâhu anh’den.
    [2] (SAHİH HADİS): Bu lafızla Müslim (No: 61/112), buna yakın bir lafızla Buhârî (No: 6045) Ebû Zerr el-Gıfârî radiyallâhu anh’den.
    [3] Bk. İbn Teymiyye “Şerhu Hadîsi’n-Nüzûl” (s. 433, Mecmû‘u’l-Fetâvâ 5/554-555).
    [4] Bu konuda daha geniş bilgi için bk. İbn Teymiyye “el-İstiğâse fi’r-Reddi ‘ale’l-Bekrî” (s. 249-252); “Minhâcu’s-Sünne” (5/92-93); “Mecmû‘u’l-Fetâvâ” (12/525); İbn ‘Useymîn “el-Kavâ‘idu’l-Müslâ” (s. 86).
    [5] (SAHİH HADİS): Ahmed (2/377) ve Müslim (No: 67/121) Ebû Hureyre radiyallâhu anh’den.
    [6] (HASEN Lİ GAYRİHİ ESER): Eseri Abdullah b. Ahmed “es-Sünne” (No: 766); Ebû Bekr el-Hallâl “es-Sünne” (No: 1329); Âcurrî “eş-Şerî‘a” (thk. el-Fakî s. 48, 65, 307, thk. Müessesetü’r-Reyyân No: 92, 139, 698); İbn Batta “el-İbâne” (No: 230, 231, 594) ve İbn Abdilberr “Câmi‘u Beyâni’l-‘İlmi ve Fadlih” (No: 2326) İmâm Mâlik b. Enes yoluyla Ömer b. Abdülazîz’den, Fesevî “el-Ma’rife ve’t-Târîh” (3/386); el-Lâlekâî “Usûlu İ’tikâdi Ehli’s-Sünne” (No: 134) ve el-Hatîb el-Bağdâdî “el-Fakîh ve’l-Mütefakkih” (No: 455) İbn Şihâb ez-Zührî yoluyla Ömer b. Abdülazîz’den rivâyet etmişlerdir. İlk rivâyetin ricâli güvenilir râvilerden oluşmakla beraber İmâm Mâlik b. Enes’in, Ömer b. Abdülazîz’den semâsı bilinmemektedir. Bu nedenle bu rivâyetin isnâdı munkatıdır. İkinci rivâyetin isnâdı ise Rişdîn b. Sa’d b. Müflih el-Mehrî adlı râvi nedeniyle zayıftır. Çünkü Rişdîn zayıftır. [Bk. İbn Hacer “Takrîbu’t-Tehzîb” (s. 326, No: 1953)] Eseri ayrıca el-Hatîb el-Bağdâdî “Şerefu Ashâbi’l-Hadîs” (No: 7) İmâm Mâlik’in kendi sözü olarak sahih bir isnâdla rivâyet etmiştir. Eser mecmûu turukuyla hasen li gayrihi olmaktadır. Bk. İbnu’l-Kayyim “İctimâ‘u’l-Cuyûşi’l-İslâmiyye” (s. 155-156).

    www.ilim-der.com adresinden alınmıştır.

    [Ben/e-mir derim ki: Hatıb bin ebi Beltea'nın Resulullah aleyhine casusuluk yapması, bazı sahabilerin Resulullah'tan müşriklerin zatu envat'ı gibi bir put istemesi ve bir sahabinin İran'dan dönüşte selamlama amacı ile Resulullah'a secde etmesi; fakat Resulullah'ın aslen şşirk olan bu amelleri yapan ashabın hiçbirini tekfir etmemesi, küfür olan bir ameli yapan her kişinin kafir olmadığının ve tekfir edilemeyeceğinin delilidir.

    Ayrıca küfrü apaçık belli olan Abdullah bin Übeyy vb münafıklara da ne gıyaben ne de vicahen bir kere bile "kafir" denmemesi de ehli kıbleyi tekfirin tehlikesini göstermesi açısından önemli ve mutlaka örnek alınması gereken sünnetlerdendir. Allahu Alem.]
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    Tekfir’in Şartları ve İlkeleri

    Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
    1 sayfadaki 1 sayfası

    Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
    Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun... :: DİNİ KONULAR :: Fıkıh -