Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun...

İSLAMİ BİLGİ PAYLAŞIM SİTESİ
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Rahmet Forum Son Konular
Konu Yazan GöndermeTarihi
star
starPaz 28 Ekim 2012, 12:04
star
starÇarş. 14 Eyl. 2011, 21:58
star
starSalı 13 Eyl. 2011, 18:41
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:48
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:15
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:02
star
starPtsi 05 Eyl. 2011, 22:51
star
starPaz 04 Eyl. 2011, 13:51
star
starCuma 02 Eyl. 2011, 16:06
star
starCuma 02 Eyl. 2011, 15:45
Similar topics
  • » Namus Cinayetinin Dini Hükmü
  • » "Ya Muhammed!" Demenin Hükmü

  • Tavla ve Satrancın Hükmü

    Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
    Yazar Mesaj
    e-mir
    Admin
    Admin
    e-mir
    Yaş :
    Kayıt tarihi : 02/02/09
    Mesaj Sayısı : 1596
    Nerden :
    Tavla ve Satrancın Hükmü Vide
    http://www.rahmet.yetkin-forum.com
    MesajKonu: Tavla ve Satrancın Hükmü Tavla ve Satrancın Hükmü Icon_minitimeÇarş. 02 Şub. 2011, 20:52

    بِسْم اللهِ الرَحْمن الرَحيِم

    Hamd, ancak Allah içindir. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. Allah kimi hidâyete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidâyete erdirecek yoktur.

    Değerli kardeşlerim. Bir kez daha sizlerle birlikteyim. Bunun için Rabbime ne kadar şükretsem azdır. Bu yazımda da sizlerle bana sıkça sorulan bir sorunun yanıtını paylaşmak istiyorum. Soru şu: Hocam! Naslara göre tavla ve satranç oynamak caiz midir?

    Bu soruya cevap olarak deriz ki: Günümüzde daha çok hoşça vakit geçirmek için oynanan zarın/tavlanın (nerdin) dinî hükmü konusunda âlimler ekseriyetle haram yönünde görüş belirtmişlerdir.[1] Âlimler, bazı hadislerde geçen “nerd”, “nerdeşîr” ve “kiâb” kelimelerini zar ve tavla olarak anlayıp açıklamışlardır. Nerd ile ilgili olarak Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakledilen sahih hadisler şunlardır: “Nerdeşîr ile oynayan, elini domuz etine ve kanına batırmış gibidir.”[2] “Nerd ile oynayan kişi, Allah’a ve Rasûlü’ne isyan etmiştir.”[3] Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadislerinde de nerdi Acemlerin kumarı olarak vasfetmiştir. Nitekim Ebu’l-Ahvas Avf b. Mâlik el-Cüşemî (ö.100/718 öncesi), Abdullah b. Mes‘ûdradiyallâhu anh’ın (ö.32/652) şöyle dediğini nakletmiştir: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şu itilerek öne doğru atılan, üzerlerinde işaretler bulunan bu iki küp şeklindeki şeyden (kiâb/zardan) uzak durunuz. Çünkü bunlar Acemlerin kumarıdır.”[4]

    Satranca gelince İmâm Ahmed[5] (ö.241/855), el-Mevsılî,[6] Münzirî[7] (ö.656/1258), İbnu’l-Kayyim[8] (ö.751/1350), İbn Kesîr[9] (ö. 774/1372), İbn Hacer[10] (ö.852/1448), Bekr b. Abdullah Ebû Zeyd[11] ve Amr Abdülmunim Selîm’in[12] ifade ettiklerine göre satranç oynamanın haramlığı hakkında varid olan hadislerin hiçbiri sahih değildir. Satranç oyununun daha ziyade sahâbe döneminde ortaya çıktığı söylenmektedir.[13] Bu konuda sahâbeden değişik görüşler nakledilmektedir.[14] Mesela Ali radiyallâhu anh (ö.40/660): “Satranç Acemlerin kumarıdır/meysiridir.” diyerek bu oyunun Acemlerin âdeti olduğunu ifâde etmiştir. Ancak bu rivâyetin zayıf olduğu söylenmiştir.[15]

    Hanbelî âlim İbn Kudâme’nin (ö.620/1223) satranç oyununun zararları ve yararları hakkında söylediği şu sözler kaydedilmeye değerdir: “Selef satranç oynamanın hükmünün haram mı, helal mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Onu haram kabul edenlerin delili zara benzemesi ve onun meysir (kumar) türünden olmasıdır. Onu mübah kabul edenlerin delili ise haram oluşuna dair nassın vârid olmamasıdır. Dolayısıyla mübahtır. Ayrıca satranç oyunu savaş yönetimi ve birtakım tedbirler almayı beceri olarak kazandıran bir oyundur. Bu yönüyle, yapılan yarışmalara benzer.”[16]

    Hanefî âlim Molla Aliyyu’l-Kârî (ö.1014/1605) ise satranç oyununun insanlara savaş yönetimi sanatı ve düşmanların tuzak ve hilelerini önceden keşfetme gibi beceriler kazandırdığı için mübah olduğu görüşünün, bu oyunu kınayan nasların yanında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbının da bu oyunu oynamadıklarının sübutu karşısında çok zayıf kaldığını; çünkü Selef’in tavla ile satranç oyunları arasında bir fark gözetmediğini, zira her iki oyunun da onlara göre Kur’ân’daki yasak olan kumardan sayıldığını belirttikten sonra şöyle bir soru yöneltmektedir: “Haram olabilmesi için tavlada değil de sadece satranç oyununda kumar oynanmasının şart koşulması nereden bilinmektedir ki?”[17] Molla Aliyyu’l-Kârî “kumar oynanmasının şart koşulması” meselesi hakkında ayrıca şu açıklayıcı bilgiyi vermektedir:[18]
    “Beğavî (ö.516/1122) dedi ki: İlim ehli satranç oynamanın mübahlığı hakkında ihtilaf ettiler. Onlardan bir kısmı satranç oynamaya ruhsat verdiler. Çünkü satranç oyunu insanlara savaş yönetimi sanatı ve düşmanların tuzak ve hilelerini önceden keşfetme gibi beceriler kazandırır. Satranç oynamak şu üç şart aynı anda yerine getirilirse mübah olur: Kumar oynanmaması, satranç oyunu sırasında namazın vaktinin geciktirilmemesi ve oyun sırasında dilin kötü ve fahiş sözlerden muhafaza edilmesi. Bunlardan birini yapan kimse, kişiliği zedelenmiş, şâhidliği de reddedilmiş kimsedir. …” [19]

    Anlaşıldığına göre Molla Aliyyu’l-Kârî, Beğavî’nin bu üç şartını doğru bulmayarak satranç oyununu da tavla oyunu gibi caiz görmediğini ifade etmektedir. Bu konuyu etraflıca ele alan İbn Teymiyye[20] (ö.728/1328) ve İbnu’l-Kayyim[21] (ö.751/1350) gibi muhakkık âlimlerin de bu görüşte olduğunu ayrıca belirtmek gerekmektedir. Allah en doğrusunu bilir.

    İlahiyatçı Yazar Necmi Sarı





    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] Bu konudaki rivâyetler ve görüşler için bk. Âcurrî’nin Tahrîmu’n-nerd ve’ş-şatranc adlı eseri; Buhârî, el-Edebu’l-müfred, s. 433-435, No: 1268-1277; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 214-216; Şu‘abu’l-îmân, (nşr. Zağlûl), V, 235-247, No: 6494-6544; İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-fetâvâ, XXXII, 216-246; el-Fetâva’l-kübrâ, IV, 455-476; Zehebî, el-Kebâir, s. 74; İbnu’l-Kayyim, el-Furûsiyye, s. 302-315; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VIII, 94-95; Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-sünne, IV, 328-329; el-Elbânî, Sahîhu’l-edebi’l-müfred, s. 487-489, No: 957/1269-963/1277; Da‘îfu’l-edebi’l-müfred, s. 113-114, No: 205/1268-206/1276; Yûsuf el-Kardâvî, İslâm’da Helâl ve Haram, s. 309-310; Çağdaş Meselelere Fetvalar, IV, 55-80; Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II, 197, 832 nolu soru ve cevabı; Hayrettin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller ve Haramlar, s. 130; Yusuf Kerimoğlu, Fıkhî Meseleler, II, 344-345; Mehmed Emre, Zamanımız Mes’elelerine Açıklamalı Fetvalar (Sorulu-Cevaplı), I, 29, 73 nolu soru ve cevabı; Bardakoğlu, “Haramlar ve Helâller”, İlmihal, II, 118-121.
    [2] Müslim, Şi’r, 10, No: 2260; Ebû Dâvûd, Edeb, 56, No: 4939; İbn Mâce, Edeb, 43, No: 3763; Ahmed, V, 352, 361 ve diğerleri Bureyde b. Husayb el-Eslemî’den merfû’ olarak. Hadis sahihtir. Bk. el-Elbânî, İrvâu’l-galîl, VIII, 286-287; Gâyetü’l-merâm, s. 179, No: 396; Meşhûr b. Hasen Selmân, el-Furûsiyye tahkiki, s. 305, 1 nolu dipnot.
    [3] Ebû Dâvûd, Edeb, 56, No: 4938; İbn Mâce, Edeb, 43, No: 3762; Mâlik, el-Muvatta’, Rü’yâ, 6, II, 729; Ahmed, IV, 394, 397, 400 ve diğerleri Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den merfû’ olarak. Hadis mecmûu turukuyla sahihtir. Bk. el-Elbânî,İrvâu’l-galîl, VIII, 278-286, No: 2670; Gâyetü’l-merâm, s. 179, No: 395; Sahîhu’l-edebi’l-müfred, s. 487-488, No: 957/1269; Meşhûr b. Hasen Selmân, el-Furûsiyye tahkiki, s. 305-307, 2 nolu dipnot.
    [4] Ahmed, I, 446; İbn Ebi’d-Dünyâ, Zemmu’l-melâhî, s. 68, No: 77; İbn ‘Adî, el-Kâmil, I, 216; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 215; Şu‘abu’l-îmân, (nşr. Zağlûl), V, 238, No: 6501 ve Suyûtî’nin belittiğine göre ayrıca İbn Merdiveyh [bk. ed-Durru’l-mensûr, II, 563-564, Mâide Sûresi 90 nolu âyetin tefsiri]. Hadis isnâdındaki İbrâhîm b. Müslim el-Hecerî nedeniyle zayıftır. Bk. İbn Hacer, Takrîbu’t-tehzîb, s. 116, No: 254. Ancak hadis Abdullah b. Mes‘ûd’un sözünden mevkûf olarak da rivâyet edilmiştir. Bk. Abdürrezzâk, el-Musannef, X, 467, No: 19727; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, V, 288, No: 26143; Buhârî, el-Edebu’l-müfred, s. 434, No: 1270; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 215; Şu‘abu’l-îmân, (nşr. Zağlûl), V, 238, No: 6502, 6503. Dârekutnî ve Beyhakî mevkûf rivâyetin sahih olan rivâyet olduğunu söylemektedirler. Bk. el-‘İlel, V, 315; es-Sünenü’l-kübrâ, X, 215. Hâfız İbn Hacer’in İbrâhîm b. Müslim el-Hecerî hakkında Takrîbu’t-Tehzîb’de söylediği mevkûf olan rivâyetleri merfû’ olarak zikrettiği şeklindeki açıklaması, merfû’ olan rivâyetin hangi gerekçe ile zayıf görüldüğünü açıklamaktadır. Suyûtî bu mevkûf rivâyeti ayrıca Vekî’, Taberânî, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnü’l-Münzir, İbn Ebî Hâtim, Taberânî ve Ebu’ş-Şeyh’e nispet etmiştir [bk. ed-Durru’l-mensûr, II, 564, Mâide Sûresi 90 nolu âyetin tefsiri]. Suyûtî’nin bu rivâyeti mevkûf olarak Taberânî’ye nispet etmesi Heysemî’nin Taberânî’nin rivâyetini merfû’ olarak değerlendirirken yanılmış olduğunu göstermektedir. Çünkü Heysemî şunları söylemektedir: “Hadisi Ahmed ve Taberânî rivâyet etmiş olup, Taberânî’nin râvileri Sahîh’in râvileridirler.” Mecma‘u’z-zevâid, VIII, 113. Tespit edebildiğim kadarıyla bu hadis el-Mu’cemu’l-kebîr’in matbû ciltleri arasında yer almamaktadır. Ayrıca bu hadise el-Mu’cemu’l-evsat’ta da rastlayamadım. el-Elbânî ise Heysemî’nin hadisi Taberânî rivâyet etmiştir sözünden hareketle şöyle demiştir: “Ben derim ki: Ancak şurası açık ki, bu hadis İbrâhîm b. Müslim el-Hecerî’nin tarîkinden başka bir yolla gelmiştir. Çünkü Heysemî Mecma‘u’z-zevâid, VIII, 113’de yukarıda zikredilen lafızla hadise yer vermiş ve şöyle demiştir: ‘Hadisi Ahmed ve Taberânî rivâyet etmiş olup, Taberânî’nin râvileri Sahîh’in râvileridirler.’ el-Hecerî Sahîh’in râvilerinden değildir. Bu husus Taberânî’nin hadisi el-Hecerî’den başka bir yoldan rivâyet ettiğini göstermektedir. Hadis böylece kuvvetlenir. Bir de hadisin bir şâhidi bulunmaktadır ki bu şâhid el-Keşşâf Tefsîr’inde geçmektedir. el-Keşşâf Tefsîr’inde geçen hadislerin tahricini yapan Hâfız İbn Hacer, IV, 18, No: 145’de şöyle demiştir: ‘Bunu İbn Merdiveyh Semura b. Cündüb hadisinden ve benzerini Ebû Mûsâ el-Eş‘arî hadisinden rivâyet etmiştir. Yine hadisi Ahmed ve el-Edebu’l-müfred’de Buhârî Ebu’l-Ahvas yoluyla Abdullah b. Mes‘ûd’dan iki vecihten rivâyet etmişlerdir.’ Ben derim ki (el-Elbânî): Hadis Buhârî’de, s. 184’de Abdülmelik Þ Ebu’l-Ahvas yolundan mevkûf olarak bulunmaktadır. Ahmed’de ise daha önce geçtiği gibi el-Hecerî tarîkinden merfû’ olarak bulunmaktadır. Hâfız İbn Hacer’in yukarıdaki sözü Buhârî ve Ahmed’in her ikisinin de bu hadisi hem mevkûf hem de merfû’ olarak rivâyet ettikleri vehmini uyandırmaktadır. Oysa durum böyle değildir. Bilcümle hadis hasendir ya da sahihtir. En doğrusunu Allah bilir.” Cilbâbu’l-mer’eti’l-müslime, s. 198-199. el-Elbânî, Sahîhu’l-edebi’l-müfred, s. 488, No: 958/1270’de hadise (mevkûf rivâyetine) sahih demektedir. İbn Hacer’in ve ondan naklen el-Elbânî’nin söz konusu ettiği merfû’ şâhidlerden Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ninkini İbn Ebî Hâtim, ‘İlelü’l-hadîs, II, 298 ve Suyûtî’nin belirttiğine göre ayrıca İbn Merdiveyh [bkz. ed-Durru’l-mensûr, II, 563, Mâide Sûresi 90 nolu âyetin tefsiri] rivâyet etmiştir. İbn Ebî Hâtim rivâyetin peşinden “Bu, batıl bir hadistir” demiştir. Diğer şâhid olan Semura b. Cündüb hadisini ise Beyhakî, Şu‘abu’l-îmân, thk. Zağlûl, V, 238, No: 6504 ve yine Suyûtî’nin aynı yerde belittiğine göre ayrıca İbn Merdiveyh rivâyet etmiştir. Dârekutnî bu rivâyet hakkında “Ancak bu bir vehimdir (yanılmadır). Mahfûz olan Ebu’l-Ahvas’ın Abdullah’tan diye rivâyet ettiği hadis olduğudur.” el-‘İlel, V, 316. Hadisi ayrıca İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, V, 288, No: 26135 ve Beyhakî, Şu‘abu’l-îmân, thk. Zağlûl, V, 240, No: 6512 Katâde’den mürsel olarak rivâyet etmişlerdir ki, bunun isnâdı el-Elbani’nin dediği gibi sahihtir. Bkz. Cilbâbu’l-mer’eti’l-müslime, s. 199.
    [5] Ebû Bekr el-Hallâl, Müntehabu’l-‘ilel, X, 196/A (Amr Abdülmunim Selîm’in Tahsîlu mâ fâte’t-tahdîs adlı eseri s. 226’dan naklen).
    [6] Bekr b. Abdullah Ebû Zeyd, et-Tahdîs bimâ lâ yasıhhu fîhi hadîs, s. 182, No: 337.
    [7] Molla Aliyyu’l-Kârî, Mirkâtü’l-mefâtîh, VIII, 340-341, 4512 nolu hadisin şerhi.
    [8] el-Menâru’l-münîf, s. 85.
    [9] Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VIII, 96.
    [10] Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-sünne, IV, 329.
    [11] et-Tahdîs bimâ lâ yasıhhu fîhi hadîs, s. 182, No: 337.
    [12] Tahsîlu mâ fâte’t-tahdîs, s. 226.
    [13] Nitekim Şevkânî’nin naklettiğine göre İbn Kesîr el-İrşâd adlı eserinde şu rivâyete yer vermektedir: “Satranç, ilk olarak sahâbe zamanında ortaya çıkmış bir oyundur. Kendisine (Brahman) Sissa denilen Hintli bir adam bu oyunu bulmuştur.” Neylü’l-evtâr, VIII, 95.
    [14] Bu görüşler için bk. Âcurrî’nin Tahrîmu’n-nerd ve’ş-şatranc adlı eseri; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 211-213; Şu‘abu’l-îmân, (nşr. Zağlûl), V, 235-247, No: 6494-6544; İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-fetâvâ, XXXII, 216-246; el-Fetâva’l-kübrâ, IV, 455-476; İbnu’l-Kayyim, el-Furûsiyye, s. 302-315; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VIII, 95-96; Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-sünne, IV, 329; el-Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’d-da‘îfe, III, 283, No: 1145; İrvâu’l-galîl, VIII, 287-289, No: 2671; Da‘îfu’l-câmi‘i’s-sağîr, s. 762-763, No: 5277;Mişkâtü’l-mesâbîh tahkiki, II, 1277, No: 4510-4512; Yûsuf el-Kardâvî, İslâm’da Helâl ve Haram, s. 310-311; Çağdaş Meselelere Fetvalar, IV, 55-80; Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, II, 197, 831 nolu soru ve cevabı; Hayrettin Karaman, Günlük Hayatımızda Helâller ve Haramlar, s. 131; Yusuf Kerimoğlu, Fıkhî Meseleler, II, 344-345; Mehmed Emre, Zamanımız Mes’elelerine Açıklamalı Fetvalar (Sorulu-Cevaplı), I, 29, 73 nolu soru ve cevabı; Bardakoğlu, “Haramlar ve Helâller”, İlmihal, II, 121.
    [15] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 212; Şu‘abu’l-îmân, (nşr. Zağlûl), V, 241, No: 6518; el-Âdâb, No: 879 Ca’fer b. Muhammed, o babasından, o da Ali radiyallâhu anh’den. Suyûtî ise eseri, Abd b. Humeyd’in rivâyet ettiğini söylemektedir. Bk. ed-Durru’l-mensûr, II, 564 (Mâide Sûresi 90 nolu âyetin tefsiri). Eserin senedi, isnâdındaki kopukluk nedeniyle zayıftır. Tirmizî der ki: “Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn, Ali b. Ebî Tâlib’e yetişmemiştir.” el-Câmi‘u’s-sahîh, IV, 84. İbn Ebî Hâtim de Ebû Zür‘a er-Râzî’den bunu böylece nakletmiştir. Bk. İbn Ebî Hâtim, el-Merâsîl, s. 185. Şevkânî, İbn Kesîr’in bu rivâyet hakkında “ceyyid bir munkadır” dediğini naklettikten sonra [Neylü’l-evtâr, VIII, 95] kendi kanaatini şöyle ifade etmiştir: “Bu konuda rivâyet edilen haberlerin en iyisi, daha önce geçen Ali radiyallâhu anh’den aktarılan rivâyettir.” Neylü’l-evtâr, VIII, 96. Molla Aliyyu’l-Kârî ise bu rivâyetin şerhinde eserin sıhhatine yönelik bir şey söylememiştir. Bk. Mirkâtü’l-mefâtîh, VIII, 339, 4510. el-Elbânî de Molla Aliyyu’l-Kârî gibi eserin sıhhati hakkında bir hüküm belirtmemiştir. Bk. Mişkâtü’l-mesâbîh tahkiki, II, 1277, No: 4510. Ancak Molla Aliyyu’l-Kârî 4512 nolu rivâyetin şerhinde satranç oynamanın haram olduğunu gösteren Ali radiyallâhu anh’in rivâyetinin dışında daha başka rivâyetlerin de bulunduğunu zikretmiş sonrasında da şöyle demiştir: “Bu rivâyetlerin muhtelif yollardan gelmesi satranç oynamanın haram olduğunu gösteren hadisleri hasen li gayrihi de olsa hasen derecesine yükseltir.” Mirkâtü’l-mefâtîh, VIII, 341. Meşhûr b. Hasen Selmân da eserin mürsel olduğunu ancak şâhidleri bulunduğunu belirtmiştir. el-Furûsiyye tahkiki, s. 308, 2 nolu dipnot. Sahâbeden gelen diğer rivâyetler için bk. Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 211-213; Şu‘abu’l-îmân, nşr. Zağlûl, V, 235-247, No: 6494-6544.
    [16] Bk. İbn Kudâme, el-Muğnî, XIV, 155-156.
    [17] Mirkâtü’l-mefâtîh, VIII, 339, 341.
    [18] Mirkâtü’l-mefâtîh, VIII, 339, 4511 nolu hadisin şerhi.
    [19] Şerhu’s-sünne, XII, 385.
    [20] Bk. Mecmû‘u’l-fetâvâ, XXXII, 216-246; el-Fetâva’l-kübrâ, IV, 455-476.
    [21] Bk. el-Furûsiyye, s. 302-315.

    www.ilim-der.com adresinden alınmıştır.

    [Ben/e-mir derim ki: okuduğum bir kitapta bazı alimlerin satrancı haram kabul etmesinin sebebinin, satrancın da bir zamanlar zar ile oynanması olduğu, her hamle öncesinde zar atılıp zarı büyük gelen oyuncunun arka arkaya birden fazla hamle yapma şansına sahib olduğu, bu yüzden de kumar olarak değerlendirildiği yazıyordu. Bunu bir filmde de gördüm. Allahu Alem.]
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek

    Tavla ve Satrancın Hükmü

    Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
    1 sayfadaki 1 sayfası

    Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
    Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun... :: DİNİ KONULAR :: Fıkıh -