Mücahedeyi terk eden her İslam toplumu tağutun hakimiyetine, küfrün ve zulmün hakimiyetine girer. Sonra bu müslümanlarda hemen bir değişim ve dönüşüm başlar. İslamı inandıkları gibi değil ama firavunların müsaade ettiği kadar yaşabildikleri için, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar. Ve sadece amelî tehlike değil itikadî tehlikeler de başlar. Fıkhı ve akaidi, kendilerini tehlikeye sokmayacak dolayısı ile tağutu kızdırmayacak bir şekilde tevil ederek kendilerine has yeni birdin oluşturmaya başlarlar.
Müslümanlar küfrün hakimiyetine düşünce hemen şahsiyetler silinir, ruhlardaki azim yok olur. Bu müslümanların ileri gelenleri[nin bazıları] yeni yaşantılarıyla İslam'ı bağdaştırmak için halden hale girerler. [Ne şiş yansın ne kebab misali.] Hakim zihniyetin her işini meşru göstermek için birbirleriyle yarışırlar. Hatta bazen tağutlar kendilerine böyle bir görev vermediği kendilerinden bu yönde bir fetva istemeye tenezzül etmediği halde "Zaten İslam da sizin bu görüşünüze uygun felan ayet felan hadis var." diye fetvalar verme zilletine düşerler. Tağutlar hemen "ululemr", darunnedveler "şura meclisi" ilan edilir.
Mehmed Göktaş, Cihad-Zikir Ayrılmazlığı, shf. 34,35. [Tarafımdan özetlenmiş olup köşeli parantez içi ifadeler bana aittir.]
[Okuduğum bir başka kitapta Baas Partisi hakimiyeti sırasında bazı Kur'an ayetlerinin nasıl Komunizme uygun şekilde yorumlandığının örnekleri de vardı. Fırsat bulunca onları da kopyalayacağım İnşaallah.]