Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun...

İSLAMİ BİLGİ PAYLAŞIM SİTESİ
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Rahmet Forum Son Konular
Konu Yazan GöndermeTarihi
star
starPaz 28 Ekim 2012, 12:04
star
starÇarş. 14 Eyl. 2011, 21:58
star
starSalı 13 Eyl. 2011, 18:41
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:48
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:15
star
starSalı 06 Eyl. 2011, 19:02
star
starPtsi 05 Eyl. 2011, 22:51
star
starPaz 04 Eyl. 2011, 13:51
star
starCuma 02 Eyl. 2011, 16:06
star
starCuma 02 Eyl. 2011, 15:45

Hudeybiye'de

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
e-mir
Admin
Admin
e-mir
Yaş :
Kayıt tarihi : 02/02/09
Mesaj Sayısı : 1596
Nerden :
Hudeybiye'de Vide
http://www.rahmet.yetkin-forum.com
MesajKonu: Hudeybiye'de Hudeybiye'de Icon_minitimePerş. 07 Mayıs 2009, 20:54

15- Cihâdda Ve Harb Ehli İle Yapılacak Barış Andlaşmalarında İleri Sürülecek Şartlar Ve Bu Şartların Yazılmasını Beyân) Babı


18-.......Bize Ma'mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verip şöyle dedi: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, el-Mısver ibn Mahrame ile Mervân ibnu'l-Hakem'den haber verdi. Bu iki râvî-den herbiri arkadaşının hadîsini doğrulayarak şöyle demişlerdir [29]

Rasûlullah (S), Hudeybiye zamanında (Medine'den yola) çıktı. Yolun bir kısmına vardıklarında Peygamber, sahâbîlerine:

— "Hâlid ibnu'l-Velîd bir takım Kureyş süvarisi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafım tutunuz!" buyurdu.

Vallâhî Hâlid, Peygamber ile beraberindekilerin hareketini se­zemedi. Nihayet Hâlid, Peygamber ordusunun kaldırdığı kara tozu gördü de, hayvanını ayağı ile vurup koşturarak (Peygamber'in geldi­ğini) Kureyş'e bildirmek üzere sür'atle gitti. Peygamber de (sahâbî-leriyle) yürüdü. Nihayet Seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş (karargâhı) üzerine inilirdi. Peygamber'in binek devesi burada çök­tü. İnsanlar:

— Kalk yürü, kalk yürü! diye azarlama yaptılar. Fakat deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar:

— Kasvâ çöküp kaldı! Kasvâ çöküp kaldı! dediler. Bunun üzerine Peygamber:

— "Kasvâ çöküp kalmaz; onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fîli (Mekke'ye girmekten) men' eden Allah, şimdi Kasvâ'yı men' etti" buyurdu.

Bundan sonra Rasûlullah:

— "Hayâtım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş, Al­lah 'in (Harem içinde) muhterem kıldığı şeyleri ta 'zîm kasdederek ben­den ne kadar müşkil istekte bulunursa, ben onu muhakkak onlara vereceğim" buyurdu.

Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî dedi ki: Bu defa Rasûlullah, Kureyş tarafından saptı da, nihayet suyu az olan "Semed*' kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en so­nuna indi. Bu az suyu, insanlar birer parça alıyor ve insanların ora­da eğlenip ikaamet etmeleri için su bırakmıyor da kuyunun suyunu kamilen çekiyorlardı. Şimdi Rasûlullah'a susuzluktan şikâyet edildi. Bunun üzerine Rasûlullah ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı. Suyun bu fışkırması» Rasûlullah'ın sahâbîleri oradan dönünceye kadar, onları suya kandırmak için de­vam etti.

Rasûlullah ile sahâbîleri bu hâlde iken, Budeyl ibn Verkaa el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan birkaç kişi ile çıkageldi. (Mekke ve havalisindeki) Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasûlullah'ın sırdaşı idiler. (Müslim olsun, müşrik bulunsun bütün Huzaalılar, Mekke'de olup biten herşeyi Rasûlullah'tan saklamazlar, gizlice bildirirlerdi -îbn İshâk-.) Budeyl gelince, Peygamber'e:

— (Haberiniz olsun! Kureyş'in) Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve çocukları) da yanlarında bu­lunuyor. Şimdi ben onları bu hâlde bıraktım, geliyorum. Bunlar mu­hakkak size karşı harb edecekler, dedi.

Rasûlullah şöyle buyurdu:

— ' 'Fakat biz hiçbir kimse ile harb etmek için gelmedik. Biz yalnız umre yapmak niyetiyle geldik. Bununla beraber harb, Kureyş'in mad­dî ma'nevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, ben onlarla aramızda barış için bir müddet ta'-yîn ederim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasım serbest bırak­sınlar. Eğer ben Arablar'a gâlib olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse (kendi arzûlarıy-le) girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi) Arablar'a gâ­lib gelmezsem, bu ihtimâle göre de müşrikler (benimle harb etmek zahmetinden kurtulup) rahata ererler.

Eğer Mekkeliler böyle bir mütârekeyi kabul etmez ve diğer Arab-lar'la beni kendi hâlimize bırakmayıp, müdâhale etmek isterlerse, ha­yâtım elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, şu müdâfaa ettiğim müslümânlık uğrunda başım vücûdumdan ayrılıncaya kadar Mekke-liler'e karşı cihâd edeceğim, bu muhakkaktır. Şu kesindir ki, (o za­man) Allah, Kur'ân'daki nusrat va'dini yerine getirecektir".

Bunun üzerine Budeyl, Rasûlullah'a:

— Şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e tebliğ edeceğim, dedi.

Ve râvînin beyânına göre, gidip Kureyş karargâhına vardı. Ve:

— Şimdi ben yanınıza şu adamın yanından geliyorum. Onu şöy­le bir söz söylerken işittik; eğer sizler bizim o sözleri sizlere arzetme-mizi isterseniz arzederiz, dedi.

Kureyş'in beyinsizleri:

— Senin bize ondan birşey haber vermene ihtiyâcımız yoktur, diye karşıladılar.

Fakat içlerinden re'y sahibi olan birisi:

— Haydi ondan söylerken işittiğin sözü getir, dedi. Budeyl:

— Ben O'ndan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim, diyerek, Pey-gamber'in söylediği sözleri birer birer anlattı.

Bunun üzerine Urve ibn Mes'ûd ayağa kalktı ve Kureyş'e şunla­rı söyledi:

— Ey kavmim! Siz benim babam yerinde değil misiniz? diye

sordu.

Kureyşliler:

— Evet, diye doğruladılar. Bunun üzerine Urve ibn Mes'ûd:

— Ben de sizin oğlunuz [30] mesabesinde değil miyim? dedi. --Onlar:

— Evet, diye tasdik ettiler. Sonra Urve:

— Sizler beni bir kabahat ile ittihâm ediyor musunuz? diye sordu. Onlar buna da:

— Hayır, diye cevâb verdiler. Bu defa Urve ibn Mes'ûd:

— Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem ve çocuklarımla ve ba­na itaat eden tâbi'lerimle size yardıma koştuğumu pekâlâ bilirsiniz değil mi? dedi.

Onlar da (bir ağızdan):

— Evet; biliriz, diye tasdik ettiler. (Bu te'mînâtları aldıktan sonra) Urve:

— Bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul ediniz! Ve beni bırakınız O'na gideyim! dedi.

Mekkeliler:

— Haydi git, diye izin verdiler.

Urve ibn Mes'ûd, Peygamber'e geldi ve O'nunla olanları konuştu. Peygamber de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer bir surette fikirler beyân etti. (Bu arada Peygamber: "Bir mütâreke kabul et­mezlerse, Kureyş ile Ölünceye kadar harb edeceğim" buyurunca) Ur­ve ibn Mes'ûd:

— Ey Muhammed! Sen kavminin kökünü kazıdığını farzetsek, ne düşünürsün, bana söyle! Senden evvel Arab'dan kendi kavmim toptan helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele diğer şekilde mey­dana gelirse (Kureyş'in size ne kötü muamele edecekleri, size gizli de­ğildir). Vallahi ben aranızda ileri gelenlerden bâzı kimseler görüyorum, bu muhakkak olmakla beraber, yine ben bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum ki, bunlar harb sırasında kaçıp, Seni yalnız bırakabilecek kaabiliyettedirler, dedi.

Ebû Bekr, (Urve'nin, Peygamber'in sahâbîlerini harbden kaç­makla ittihâm etmesine dayanamadı da) Urve'ye:

— Haydi sen, Lât putunun fercini yala! Biz mi harbden kaçıp Ra-sûlullah'ı yalnız bırakacağız (hâşâ)! diye sövüp reddetti [31].

Urve:

— Bu kimdir? diye sordu. Sahâbîler:

— Ebû Bekr'dir, dediler. Urve:

— Dikkat et Ebû Bekr! Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ede­rim ki, eğer üzerimde henüz ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, el­bette ben de sana cevâb verirdim, dedi [32].

Râvî dedi ki: Urve, Peygamber'e söz söylemeye devam etti. Ve (konuşma arasında Arab âdeti üzere) her söz söyledikçe eliyle Pey­gamber'in sakalını tutuyordu. Hâlbuki bu sırada Mugîre ibn Şu'be -ki Urve'nin kardeşinin oğludur-, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Peygamber'in başı üzerinde duruyor, O'nu koruyordu. Ve Urve her ne zaman Peygamber'in sakalına eliyle uzanıp okşamaya girişirse, der­hâl Mugîre kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:

— Rasûlullah'ın sakalından elini çek! diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı da:

— Bu da kimdir? diye sordu. Sahâbîler:

— Mugîre ibn Şu'be'dir, dediler. Bunun üzerine Urve:

— Ey gaddar! Ben hâlâ senin (Câhiliyet'teki) gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim? dedi.

Mugîre Câhiliyet'te Mâlik oğulları'ndan bâzı kimselerle yol ar­kadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Me­dine'ye gelip müslümân olmuştu [33]. (Bu mallan Peygamber'e arzet-tiğinde) Peygamber:

— "islâm olmana gelince, bunu kabul ediyorum. Mallara ge­lince (bunlar gadrdır); ben bunlardan hiçbir şeyi de (alıcı) değilim" [34] buyurdu.

Sonra Urve, Peygamberdin sahâbîlerini iki gözü ile iyice tedkîke başladı. (Ve arkadaşlarına:)

— (Bu ne ta'zîmdir!) Vallahi Rasülullah ağzından birşey atarsa bu muhakkak sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara birşey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldı­ğı zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirlerini öldür­meye yaklaşıyorlar. Peygamber söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini alçaltıyorlar (yânı O'na alçak sesle cevâb ve­riyorlar). O'nu ta'zîm için yüzüne dikkatle bakamıyorlar, dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
e-mir
Admin
Admin
e-mir
Yaş :
Kayıt tarihi : 02/02/09
Mesaj Sayısı : 1596
Nerden :
Hudeybiye'de Vide
http://www.rahmet.yetkin-forum.com
MesajKonu: Geri: Hudeybiye'de Hudeybiye'de Icon_minitimePerş. 07 Mayıs 2009, 20:57

Müteakiben Urve, Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi:

— Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna sefir olarak çıktım. Rûm meliki Kaysar'ın, Fars meliki Kisrâ'nın, Ha­beş meliki Necâşî'nin dîvânlarına elçilikle girdim. Vallahi bunlardan hiçbir melikin adamlarını, Muhammed'in sahâbîlerinin Muhammed'i ta'zîm ettikleri derecede hükümdarlarını asla ta'zîm eder görmedim. Muhammed'in. sahâbîleri, O'nun tükürüğü ile bile teberrük ediyor­lar! O birşey emredince, O'nun sahâbîleri derhâl emrini yerine getir­meye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman sahâbîleri hafif bir sesle O'nu tasdîk edip cevâb veriyorlar. Muham­med'in sahâbîleri O'nu ta'zîm için, O'nun yüzüne dikkatle bakamı­yorlar.

Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu arzetti. Bunu kabul edin! dedi.

Bunun üzerine Kinâne oğulları'ndan birisi Kureyş'e hitaben:

— Beni bırakınız, bir kerre de Muhammed'in yanma ben gide­yim, dedi.

Onlar da:

— Pekâlâ git! dediler.

Bu Kinânlı zât, Peygamber'in sahâbîlerine doğru giderken, Ra-sûlullah:

— "Bu gelen fulan kimsedir. O öyle bir kabiledendir ki, onlar hacc ve umre kurbanlarını ta'zîm ederler.Gerdanlıklı kurban devele­rini bu zâtın gözü önüne salıverin!" buyurdu.

Sahâbîler bütün kurbanlık develeri onun geleceği yolun üzerine salıverdiler; sahâbîler de yüksek sesle Lebbeyk, Aüâhumme lebbeyk diyerek Kinânî'yi karşıladılar. Kinânî zât kurban develerini ve sahâ-bîlerin telbiye ile karşılamalarını görünce hayret ederek:

— Subhânallahl Bu zâtların Beyt'i ziyaretten men' edilmeleri, bunlara yakışmayan bir harekettir, dedi.

Kureyş'in yanına döndüğünde de:

— Ben bunların umre için kesecekleri kurban develerini kılâde-lenmiş ve alâmetlendirilmiş bir hâlde gördüm. Ben bunların Beyt'i ziyaretten men' edilmelerini uygun görmem, dedi.

Sonra Kureyşliler arasından Mıkrez ibn Hafs denilen birisi kalktı ve:

— Bana müsâade edin de Muhammed'e bir de ben gideyim, dedi. Onlar da:

— Haydi git! dediler.

Mıkrez sahâbîlere doğru gelirken, Peygamber (S):

— "Şu gelen Mıkrez'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mıkrez Peygamber ile konuşmağa başladı. Peygamber ona söz söyleyeceği sırada, Süheyl ibnAmr çıkageldi.

Râvî Ma'mer dedi ki: Bana Eyyûb es-Sahtiyânî, îbn Abbâs'm âzâdlısı İkrime'den haber verdi ki, Süheyl ibn Amr gelince, Peygam­ber bu isim ile tefe'ül ederek, sahâbîlere:

— "Artık işiniz size bir dereceye kadar kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer ibn Râşid dedi ki: ez-Zuhrî, kendi hadîsinde şöyle dedi:

Süheyl ibn Amr gelince, Peygamber'e:

— Haydi (yazı malzemesi) getir; bizimle sizin aranızda bir barış mektubu yaz! dedi.

Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Alî ibn Ebî Tâlib'i) çağırdı. Ve:

— "Bismillâhirrahmânirrahîm yaz!" buyurdu.

Süheyl (Câhiliyet koruyuculuğu sevkı ile) Peygamber'e:

— Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mâhiyetini bilmi­yorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi "Bismikellâhumme '= Yâ Allah, Senin isminle yazmağa başlarım)" diye yaz! Dedi [35].

Müslümanlar da bir ağızdan:

— Vallahi biz onu yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahîm

yazılmasını isteriz, dediler. Peygamber (Alî'ye hitaben): — "Haydi Bismikellâhumme yaz!" buyurdu. Sonra da:

— "Bu, Muhammed Rasûlullah'ın, üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır'* diye yazmasını emretti.

Bu sefer de Süheyl (buna karşı koyarak):

— Vallahi biz Senin Allah'ın Rasûlü olduğunu biliyor ve tasdîk ediyor olaydık, biz Seni Beyt'ten men' etmez ve Sana karşı harbe 'girişmezdik. Fakat Sen "Muhammed ibn Abdillah" yaz! dedi.

Bu teklif üzerine Peygamber:

— '' Vallahi siz yalanlasanız da ben şübhesiz Allah'ın Rasûlü 'yüm'' buyurdu ve Alî bin Ebî Tâlib'e: "Haydi (Rasûlullah lâfzını sil de) Muhammed ibn Abdillah yaz!" diye emretti.

(Alî: Vallahi ben Sen'in Rasûlullah unvanını kat'iyyen silmem, dedi. Bunun üzerine Peygamber kitabı eline alıp o ta'bîri sildi ve Mu­hammed ibn Abdillah yazdırdı.) [36]

ez-Zuhrî şöyle demiştir: Peygamber'in gerek Besmele'nin, gerek barış mektubunun unvanının yazılma sureti hakkında Süheyl ibn Amr'ın teklîfîerine uyması, Peygamber'in evvelce: "Kureyş, Allah'­ın Harem içinde muhterem kıldığı şeyleri ta'zîm kasdederek, benden ne kadar müşkil istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak on­lara vereceğim" suretinde verdiği kararın netîcesi ve tecellîsidir.

Barış yazısının başlığı: "Yâ Allah, Sen'in isminle başlarım.. Bu Muhammed ibn AbdiHah'm üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır" suretinde kararlaşıp, böyle yazıldıktan sonra, Peygamber anlaşma şartlarını teklif ederek, Süheyl ibn Amr'e:

— "Siz bizimle Beyt arasını serbest bırakacaksınız; biz de Beyt'i tavaf edeceğiz" buyurdu.

Süheyl bu teklife de i'tirâz edip:

— Vallahi sizinle Beyt arasını boş bırakamayız. Çünkü Arab mil­leti cebren ve kahren isti'lâ olunduk diye hakkımızda dedikodu eder; şu kadar ki, bu boşaltma işi gelecek seneden i'tibâren başlasın, dedi.

Ve (bu suret kabul olundu da) Alî bunu yazdı.

Şimdi Süheyl ibn Amr da şu maddeyi teklîf etti:

— Sana bizden bir erkek gelirse, o gelen kimse Sen'in dîninde olsa bile, onu bize geri vereceksin! dedi.

Bu teklife müslümânlar hayret ederek:

— Subhânallah! İslâm camiasına sığınan bir müslümân, müş­riklere nasıl geri verilir? dediler.

Onlar bu hâlde iken, Süheyl ibn Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayak­lan bukağılı olarak seke seke çıkageldi. (Ebû Cendel müslümân ol­muş, bu yüzden Mekke'de habs olunmuştu.) Mekke'nin aşağısındaki habsedildiği yerden kaçmış ve nihayet kendisini müslümânlar arası­na atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:

— İşte yâ Muhammed! Sana karşı imza edeceğim anlaşmanın birinci maddesi uyarınca bunu bana geri vermelisin! dedi.

Peygamber:

— "Biz barış yazısını henüz yazıp bitirmedik (imza etmedik)" buyurdu.

Süheyl:

— O takdirde vallahi ben de Sen'inle hiçbir madde üzerinde ba­rış anlaşması yapmam, dedi.

Peygamber:

— "Haydi şu Ebû Cendel'i bana bağışla da imza et" buyurdu. Süheyl:

— Ben bunu Sana bağışlamayı asla caiz görmem, diye reddetti. Peygamber:

— "Hayır, bu işi benim hatırım için yap!" buyurdu. Süheyl ısrar edip:

— Asla yapmam, dedi.

Mıkrez ibn Hafs da (temsilci olduğu için) Peygamber'e hitaben:

— Bunu Sana caiz kıldık, dedi. (Fakat imzaya yetkili olan Sü­heyl kabul etmedi.)[37]

Şimdi Ebû Cendel, babasının inadından üzülerek:

— Ey Müslümanlar cemâati! Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu kötü hâli görmüyor musunuz? diye haykırdı.

Hakîkaten zavallı Ebû Cendel, Allah yolunda Kureyş'in şiddetli işkencesiyle azâb olunmuştu.

(îbn İshâk burada şu ziyâdeyi rivayet etmiştir: Rasûlullah: "Yâ Ebâ Cendel! Sabr et, Allah'tan ümitli ol!Biz müslümânlar mağdur ve mağlûb olmayız. Yüce Allah yakında sana da kurtuluş yolu bahşede­cektir" (buyurdu.) [38]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
e-mir
Admin
Admin
e-mir
Yaş :
Kayıt tarihi : 02/02/09
Mesaj Sayısı : 1596
Nerden :
Hudeybiye'de Vide
http://www.rahmet.yetkin-forum.com
MesajKonu: Geri: Hudeybiye'de Hudeybiye'de Icon_minitimePerş. 07 Mayıs 2009, 20:59

Bu müşkil vaziyetten üzülen Umer ibnu'l-Hattâb şöyle demiş­tir: Bunun üzerine ben Peygamber'e vardım ve:

— Sen Allah'ın hakk peygamberi değil misin? dedim. Peygamber:

— "Evet, Allah'ın hakk peygamberiyim!" buyurdu. Ben:

— Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız ise bâtıl üze­rinde bulunmuyorlar mı? dedim.

Peygamber:

— "Evet, öyledir" buyurdu. Ben:

— O hâlde dînimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyo­ruz? dedim.

Peygamber:

— "Muhakkaksurette ben Allah'ın Rasûlü'yüm ve ben (bu an­laşmayı kabul etmekle) Allah 'a isyan etmiş değilim. Allah benim yar­dımcımda!" buyurdu.

Ben yine:

— Vaktiyle Sen bize: "Yakında Ka'be'ye.varıp tavaf edeceğiz!" diye haber vermez miydin? dedim.

Rasûlullah:

— "Ben sana (vakit ta'yîrı ederek) 'Bu sene varıp tavaf edece giz!' diye haber verdim mi?" buyurdu.

Ben de:

— Hayır, dedim. Rasûlullah:

— "Muhakkak sen (yakın zamanda) Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu.

Umer ibn Hattâb dedi ki: Bunu müteâkıb ben, Ebû Bekr'e var­dım ve:

— Yâ Ebâ Bekr! Bu adam Allah'ın hakk peygamberi değil mi­dir? dedim.

Ebû Bekr de:

— Evet, hakk peygamberidir, dedi. Ben:

— Biz müslümânlar hakk üzerinde; düşmanlarımız bâtıl üzerin­de bulunmuyor mu? dedim.

O da:

— Evet öyledir, diye cevâb verdi. Ben tekrar:

— Öyle ise niçin biz dînimize küçüklük veriyoruz? dedim. Ebû Bekr:

— Behey adam! Muhammed muhakkak Allah'ın Rasûlü'dür. O, Rabb'ine âsî değildir. Allah O'nun yardımcısıdır. Sen hemen O'nun emrine sarıl! Vallahi Muhammed hakk üzeredir, dedi.

Ben tekrar:

— O bize Medîne'de "Beyt'e varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi? diye sordum.

Ebû Bekr:

— Evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersin** dr/e mi haber verdi? dedi.

Ben de:

— Hayır, dedim. Ebû Bekr:

— (Dur bakalım!) Sen muhakkak yakın bir zamanda Beyt'e va­rıp onu tavaf edeceksin! dedi.

ez-Zuhrî dedi ki: Umer (R): Bu itirazlarımdan dolayı keffâret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır, demiştir.

Râvî dedi ki: Rasûlullah barış andlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman, sahâbîlere [39]:

— "Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin!" buyurdu.

Râvî dedi ki: Vallâhî sahâbîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hat­tâ Rasûlullah bu emri üç kerre söyledi. Sahâbîlerden hiçbirisi kalk­mayınca, Rasûlullah zevcelerinden Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve sahâbîlerden gördüğü kayıdsızlığı ona söyledi [40].

Ümmü Seleme:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık, sonra tâ kurbanlık develerini ke-sinceye ve berberini çağırıp, o seni tıraş edinceye kadar sahâbîlerin-den hiçbirisine bir kelime bile söyleme! dedi [41].

Bunun üzerine Peygamber, Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve sahâbîlerinden hiçbirisi ile konuşmayarak, umre ibâdetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve berberi (Huzaalı Hırâş ibn Umey-ye'yi) çağırıp tıraş oldu. Sahâbîler Peygamber'i bu hâlde görünce, on­lar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar, hattâ (icabet çabukluğunun meydana getirdiği sıkışıklık­tan) birbirlerini Öldüreyazdılar.

Rasûlullah tıraş olduktan sonra huzuruna bir takım mü'min ka­dınlar geldi. Bu hususta, yânı kadınlar hususunda yapılacak işleri öğ­retmek için de Yüce Allah şu âyetleri indirdi: "Ey imân edenler, mü'min kadınlar muhacirler olarak size geldikleri zaman onları im­tihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi bilendir ya. Fakat siz de mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları kâfirlere dön­dürmeyin. Bunlar onlara halâl değildir. Onlar da bunlara halâl ol­mazlar. Sarf ettikleri mehri onlara geri verin. Sizin onları nikâhla al­manızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir kadınların ismetlerini nikâhınızda tutmayın..." (ei-Mumtehme: ıo).

Bu âyetin inmesi üzerine Umer, müşrik hâlde bulunan iki karı­sını boşadı. Bunlardan birisini (Kureybe'yi) Muâviye ibn Ebî Sufyân, diğerini de Safvân ibn Umeyye zevceliğe aldı.

Sonra Peygamber (S) Medîne'ye döndü. Akabinde Kureyş'in ye-mînli dostu olan Ebû Basîr (Utbe es-Sakafî) müslümân olarak geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi gönderdi. Bunlar Peygamber'e:

— Bize karşı imza ettiğin ahdi hatırlatırız, dediler. Peygamber de (muahede gereğince) Ebû Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihayet Zu'1-Huleyfe'ye eriştiler. (Dağarcıklarmdaki) hurmadan bir mikdârını yemek için oraya indiler. Ebû Basîr bu iki kişiden birisine (Huneys'e):

— Yâ Fulân! Vallahi ben senin şu kılıcını emîn ol çok güzel gö­rüyorum, dedi.

(Kılıcın sahibi olan) o birisi de, kılıcı kınından çekip:

— Evet, vallahi bu kılıç çok iyidir. Onu ben birçok kerre tecrü­be ettim, dedi.

Ebû Basîr de:

— Müsâade et de bakayım, dedi.

Ve bir fırsat bulup elinden aldı. Hemen de Huneys'e vurdu. Huneys nihayet öldü. Öbür arkadaşı (bir rivayette Huneys'in kölesi Kev­ser) kaçarak tâ Medîne'ye vardı. Mescide koşarak girdi. Rasûlullah onun telâşla koşup geldiğini görünce:

— "Muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiştir " buyurdu. Kevser, Peygamber'e yaklaşınca, O'na:

— Vallahi sahibim öldürüldü. (Men' etmezseniz) muhakkak ben de öldürüleceğim, dedi.

Bu sırada Ebû Basîr de geldi ve:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Vallahi Allah sana ahdini îfâ ettir­di; beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı, dedi.

Bunun üzerine Peygamber, sahâbîlere hitaben:

— "Anası helak olası Ebû Basîr'e hayret olunur! Bu adam harb gelberisidir, eğer bunun fikrine yardım eden bulunsa (o fırın karıştı­rır gibi harbi ateşleyecek, sulhu bozacak)/" buyurdu.

Ebû Basîr Peygamber'in bu sözlerini işitince kendisini müşrik­lere hemen geri vereceğini anladı. Peygamber'in yanından çıktı ve deniz sahiline kadar kaçtı; "Iys" mevkiine yerleşti [42].

Râvî dedi ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de (yetmiş süvari müs­lümân ile birlikte) müşrikler arasından kaçarak Ebû Basîr'e katıldı. Şimdi artık müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebû Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in başında mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Kureyş'in Şam'a bir ticâret kaafilesinin gittiğini duyar duymaz, hemen onları çevirirlerdi. Kendilerini öldürüp mallarını alırlardı.

Kureyş, kendisini korkutan bu vaziyet üzerine Peygamber'e (Ebû Sufyân'ı husûsî yetki ile) gönderdi. Şimdi Kureyş, Peygamberden Al­lah rızâsı için ve aradaki yakınlığa hürmeten Ebû Basîr cemâatinin baskın ve yağmalarının men' edilmesini ricaya başlamıştı. "Artık bun­dan böyle Mekke'den Medine'ye kim giderse emindir (geri getirilme­yecektir)" diye haber gönderdiler.

Peygamber (S), Ebû Basîr cemâatine mektûb gönderdi (Medî-ne'ye gelmelerini bildirdi) [43].

Bunun üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirmiştir:

"O, sizi Mekke'nin karnında, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyle görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescidi Hâ-. ram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men* edenlerdir.Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü 'min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). Bunu, kimi dilerse onu rahmetine kavuşturmak için yaptı. Eğer on­lar, seçilip ayrılmış olsalardı, biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba uğratmıştık bile. O küfredenler kalblerine o ta­assubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki, hemen Al­lah, Rasûlü'nün ve mü'minlerin üzerine ma'nevî kuvvetini indirdi; onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok lâyık ve buna ehil idiler. Allah herşeyi hakkıyle bilendir" (ei-Feth: 24-26) [44]

Müşriklerin hamiyyetleri: Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu ikrar etmemeleri, Bismillahirrahmâhirrahîmr\ ikrar etme­meleri, müslümânlarla Beyt arasına engel olmalarıdır.

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: "Maarratun", uyuz illeti demek olan "el-Urrun"dur, "Tezeyyelû", ayrılıp seçilselerdi demektir. "Hameytu'l-kavme" demek, "onları koruma olarak men' ettim" demektir.Ve "Ahmeytu'1-hımâ", "onu içine girilmez bir koruluk yaptım" demektir. Kendisini iyice kızdırdığım zaman: "Ahmeytu'l-hadîde" ve "Ahmeytu'r-racule" derim [45].

Ve Ukayl, ez-Zuhrî'den söyledi: Urve şöyle demiştir: Bana Âişe (R) haber verdi ki, Rasûlullah (S) mü'min kadınlardan hicret edip gelenleri (yemîn vererek ve diğer deliller ve emarelere bakarak) imti­han ederdi.

ez-Zuhrî dedi ki: Bize şu haber ulaştı: Yüce Allah, müşriklerin mü'min olup da hicret etmiş bulunan kadınlarına yaptıkları mehir harcamalarını onlara geri vermeleri (ei-Mtimtehme: ıo) âyetini indir­diği ve yine bu âyette "Kâfir kadınları nikâhlarında tutmamalarını'1 müslütnânlar üzerine hükmedince, Umer, henüz müşrik hâlde bulu­nan iki karısını birden boşamıştır. Bunlardan birisi Kureybe -yâhud Karîbe- bintu Ebî Umeyye [46], diğeri de Ümmü Kulsüm ibnetu Cer-vel el-Huzâfdir -ki bu kadın Abdullah ibn Umer'in anasıdır-. Bu bo­şama akabinde Kureybe'yi Muâviye ibn Ebî Sufyân zevceliğe almış; diğer kadın Ümmü Kulsüm'ü de Ebû Cehm zevceliğe almıştır (ki o sırada Muâviye ile Ebû Cehm müşrik hâlde idiler).

Kâfirler -' 'Sarfeniğinizi isteyin, kâfirler de sarfettiklerini istesin-fer"(ei-Mümtehıne:io) âyeti gereğince- müslümânlarm, zevcelerine yap­tıkları harcamaları ödemeyi ikrar ve kabul etmekten çekindikleri zaman Yüce Allah: ' 'Eğer zevcelerinizden bir şey sizden kâfirlere ka­çar da, siz de muharebede ganimete kavuşursanız, zevceleri gitmiş olan müslümânlara harcadıkları (mehir) kadar verin... "(ei-Mümtehine:ii) âye­tini indirdi. Bu âyetteki "el-Akbu", müslümânlarm, karısı müslü­mânlara hicret etmiş olan kâfir erkeklere ödeyecekleri masraftır.îşte Allah, müslümânlardan karısı dînden, çıkarak kâfirlere gitmiş olan kimselere de, kâfirlerin müslümânlara hicret etmiş olan kadınlarına vermiş oldukları mehrin benzerinin verilmesini emretti. Fakat biz îmân etmesinden sonra dîninden dönmüş hiçbir muhacir kadın bilmiyoruz [47].

ez-Zuhrî şöyle dedi: Yine bize ulaştı ki, Ebû Basîr ibnu Esîd es-Sakafî, Peygamber'İn huzuruna bu barış müddeti için bir mü'min mu­hacir olarak gelmiştir. Bunun üzerine el-Ahnes ibnu Şerîk de Pey­gamber'e bir mektûb yazıp, Ebû Basîr'i (barış maddesi gereğince kendilerine) geri göndermesini istiyordu. Bu iş için iki de adam gönderdi­ler., diyerek yukarıda geçen hadîsi zikretti [48].

Buhari, Şurut,15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
e-mir
Admin
Admin
e-mir
Yaş :
Kayıt tarihi : 02/02/09
Mesaj Sayısı : 1596
Nerden :
Hudeybiye'de Vide
http://www.rahmet.yetkin-forum.com
MesajKonu: Geri: Hudeybiye'de Hudeybiye'de Icon_minitimePerş. 07 Mayıs 2009, 21:00

[29] İbn Hişâm, es-Stre'sinde Hudeybiye vak'asıni rivayette şu başlığı koymuştur:

Altıncı hicret yılının sonunda Hudeybiye gazası ve Rıdvan Bey'atı'nın zikri, Ra­sûlullah ile Süheyl ibn Amr arasında barış anlaşması."

Siyer âlimlerinin hiç ihtilâf etmeksizin beyânlarına göre Peygamber Hudey­biye seferine Medine'den, altıncı hicret yılının Zu'1-Ka'de ayının ikisine tesadüf eden bir pazartesi günü çıkmıştı. Zuhrî, Nâfi', Katâde, Mûsâ ibn Ukbe, Mu-hammed ibn İshâk gibi rivayet ehli hareket gününü hep bu suretle tesbît etmiş­lerdir (Aynî).

[30] Ebû Zerr rivayetinde böyle "Oğul" lâfzıyledir. Bâzı rivayetlerde bu da yine "Baba" lâfzıyledir. Buna göre: "Ben de sizin babanız mesabesinde değil mi­yim?" demiş, onlar da bunu tasdîk etmişlerdir.

[31] Lât, Kureyş'in ve Sakîf kabilesinin ibâdet ettikleri putlardan biridir. Arablar arasında "Li-yamsas bazra ummihî- Anasının fercinin dilciğini emsin!" diye sövmek âdettir. Ebû Bekr de Urve'nin sahâbîlere kaçma isnâd etmesine çok öf­kelendiği sırada, bu Arab âdetinden istifâde ve Urve'nin anası kadar ta'zîm et-tİğİ Lât putunu, anası yerine ariyet ederek: "Haydi sen Lât putunun fercinin dilciğini em!" diye kaba bir surette sövmüş, onun sözünü reddetmiştir.

" jkpi = el-Bazru": Bâ'nın fethi ve noktalı zâ'nın sükûnuyle avret fercinin iki dudaklarının arasında olan fazla ete denir ki, Dılak ve Dilcik ta'bır olunur; cem'i "jJŞ=el-Buzûr" gelir.. (Kaamûs Ter.).

[32] Zuhrî'den gelen rivayete göre Ebû Bekr'in Urve üzerindeki iyiliği, bir diyet mes'-elesinden dolayı Urve borçlandığında, Ebû Bekr ona mühim bir yardımda bu­lunmuştu. Vâkıdî'nin rivayetinde bu yardım, on deve vermek suretiyle vuku' bulmuştu (Fethu'i-Bârî).

[33] Rivayete göre Mugîre İbn Şu'be, Sakîf ten ve Mâlik oğulları'ndan bâzı kimse­lerle Mısır Meliki Mukavkıs'ı ziyaret etmek üzere Mekke'den çıkmış, Mukav-kıs, Mugîre'nin arkadaşlarına ihsan etmiş, Mugîre'yi mahrum bırakmış. Bundan içlenen Mugîre yolda, şarâb içildiği, arkadaşları sarhoşplup uyuduğu sırada bun­ları tamamen öldürmüş ve mallarını alıp Medine'ye gelerek müslümân olmuştu.

Mugîre'nin Sakîflılar'a yaptığı bu gadr üzerine Sakîfhlar, Mugîre'nin aile­sine karşı harbe giriştikleri sırada Urve müdâhele etmiş, Mugîre'nin Öldürdüğü onüç kişinin diyetini ödemeyi üzerine almıştı; bu borcu ödemekle meşguldü. Bu­nun için Urve, kardeşinin oğluna "Gaddar" diyordu.

[34] Çünkü müşriklerin malları yalnız harbde ve kahr Üzerine ganimet alınırsa halâl olurdu. Emân zamanında müşrik malını almak halâl değildi

[35] Hakîkaten Peygamber, İslâm'ın başlangıcında Arablar'm Câhiliyet devrinde yaz­dıkları gibi, yazıların başlığında "Bismikellâhumme" kullanırdı. Sonra en-Neml âyeti denilen "înneha min Süleymâne ve innehu bismillâhirrahmânirrahîm = O gerçek Süleyman'dır ve o, hakîkaten Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyledir" (en-NemI:30) âyeti indikte Bismillâhirrahmânirrahîm yazılmaya baş­landı. İşte bu sebeble Süheyl: Vaktiyle Senin de başlık olarak kullandığın Bis­mikellâhumme yazılsın, demiştir

[36] Bu iki parantez arasındaki kısım, Buhârî'nin Sulh Kitâbı'nın 9. bâbmdaki 13 rakamlı hadîste böylece sabit olmuştur. Onun için burada onu bu şekilde gös­termekte bir be's görmedik.

[37] İslâm târihinin mühim bir dönüm noktası olan Hudeybiye barış yazısını Kureyş adına imzalayan Süheyl ibn Amr.Kureyşli ve Âmirî'dir. Kureyş'in en belîğ ve hakîm hatîblerinden sayılır. Mekke fethi sırasında müslümân olmuş ve Peygamber kendisine Huneyn ganimetlerinden büyük bir pay vermiştir. Bu zât kâfir iken Mekke'de Peygamber aleyhine hutbe yapardı. Bedir'de esîr düştüğü zaman, Umer bu fırsattan istifâde, Peygamber'e: Müsâade et de aleyhimize söylediği sözlerin cezası olarak Süheyl'in iki ön dişlerini sökeyim de aleyhimize bir daha hutbe yapmasın, demişti. Peygamber buna izin vermeyip, onun ileride İslâm lehine hutbe yapacağım bildirmişti. Bu, gerçekleşmiştir. Süheyl, Umer zamanında Şâm fethi sırasında bütün ailesiyle beraber şehîd olmuştur.

[38] Kastallânî, İrşâdu's-Sârt.., IV, 433; hadîse âid şerhin içinde.

[39] Barış andlaşması yazıldıktan sonra içindekilere mtrslümânlardan Ebû Bekr, Umer ibn Hattâb, Alî ibn Ebî Tâlib, Abdurrahmân ibn Avf; müşriklerden de Mıkrez ibn Hafs şâhid yapılmıştır (İbn Hişâm, es-Stre).

[40] Sahâbîler'in Peygamber'in emrine icabet etmekte ağır davranmaları, şartlarını ağır buldukları bu barışın bir vahiy ile ibtâl edilmesi ve böylece kendileri için umre ibâdetinin yapılması müyesser olması ümidine dayanıyor idi. Ve şübhesiz Peygamber'e karşı muhalif bir hareket mâhiyetinde değildi. Peygamber'in emri mutlak İdi; binâenaleyh hemen acele yerine getirilmesi gerekmediği sahâbîlerce bilinmişti.

[41] Ümmü Seleme'nin müstesna zekâ ve fazileti bu hâdiseden pek açık olarak anla­şılır. Bunu Îmâmu'l-Harameyn Nihâye'de: "Ümmü Seleme'nin Hudeybiye'de gösterdiği dirayet ve fetâneti İslâm târihinde hiçbir kadın göstermemiştir, denildiğini" kaydederek pek güzel belirtmiştir (tbn Hacer, Kastallânî).

[42] " iJe*& = el-Iys", Şam'a giden Mekkeliler'in yolu üzerinde bir mevki'dir.

[43] Peygamber'İn bu mektubu Ebû Basîr'e ulaştı, fakat bu ateşli mucâhİd ölmek üzere İdi. Okudu ve mektûb elinde olduğu hâlde ruhunu teslim etti. Ebû Cen-del, bu kahraman başkanını öldüğü yere gömdü ve kabrinin yanına bir mescid inşâ etmek suretiyle son vazifesini de yerine getirdi.

Zuhrî, sonra Ebû Cendel'İn beraberindekilerle birlikte Medine'ye geldiğini ve mücâhİd olarak Şam'a gidinceye kadar Medine'den ayrılmadığını ve Umer zamanında, Şam'ın fethi sırasında şehîd olarak vefat ettiğini rivayet etmiştir. (Mûsâ ibn Ukbe'nin Zuhrî'den rivâyeti-İbn Hacer).

[44] Bu âyetler, Hudeybiye hadîsinde Ebû Basîr vak'asının arkasından zikrolundu-ğuna göre, zahiren Ebû Basîr hakkında indiği zannolunabilir; fakat bunda dü­şünmeye meydan vardır. Meşhur olan, bunların, Kureyş'ten müslümânlan ansızın yakalamak isteyen, fakat müslümânlarca yakalanıp Peygamber'e getirilen sek­sen silâhlı kişi hakkında indiğidir. Peygamber bu baskıncı müşrikleri affetti. Mekkeliler bunun üzerine barışa yöneldiler.

Bu hadîsi Müslim ve diğerleri rivayet etmiştir (Kastallânî).

[45] Bu, Ebû Zerr'in el-Müstemlî'den gelen nüshasında vardır. Burada Buhârî, Ebû Ubeyde'nin Mecâzu'İ-Kur'ân 'ından bu âyetlerdeki bâzı garîb lâfızların tefsirini vermektedir.

[46] Bu kadının adı hem kâfin dammesi, hem de fethasi ile zabtolunmuştur. Yânı bu kadının ismi Kureybe ve Karîbe şeklinde okunmuştur.

[47] Bu, ez-Zuhrî'nin sözüdür. Bununla şuna işaret etmek İstemiştir: Âyette iki ca­nibe nisbetle zikrolunan muâkaba, ancak bir tek cânibden vâki' olmuştur. Çünkü mü'min kadınlardan hiçbirinin-müşriklere kaçtığı biIİnmemiştir. Ama bunun aksi olmuştur, yânî müşrik kadınlar müslümânlara kaçmışlardır (îbn Hacer).

[48] Bu uzun hadîsin başlığa uygunluğu, bunda harb ehli olan müşriklerle barış an­laşması ve şartlarının yazılması bulunması yönündendir. Bu, şöyledir:

Peygamber bu Hudeybiye seferinde harb ehli olan Mekkeliler'le barış an­laşması yapmış ve kendisi ile onlar arasında bir takım şartlan da yazmıştır (Aynî).

Hudeybiye barış andlaşmasmın ve şartlarının yazılma tarzının zamâmmız-daki devletler hukuku kaaidelerine göre değerlendirilmesini Mahmûd Es'ad Efen-di'nin Târîh-i Dîn-i İslâm adlı eserinin "Medeniyet" cildinden özetleyerek ve sâdeleştirerek nakledelim:

"Hudeybiye barış anlaşmasının devletler hukuku bakımından ehemmiye­ti: Müslümanlar ile Kureyş arasında akdedilen bu barış anlaşması, hicretin al­tıncı senesinin tesadüf ettiği 628 milâdî senesinde imza edilmiş olduğundan, kıdemi (yânî eskiliği) yönünden ehemmiyeti hâiz olduğu gibi, mezhebî ve siyâsî muahede olmak hasebiyle de devletler hukuku yönünden incelenmeye lâyıktır, Bilhassa şu dört yönü nazar-ı dikkate isabet eder:

Birincisi, yazılma tarzında teşrifat kaaidelerine ve merasime riâyet edilme­si ve selîsliği ile beraber, vecîz bir yolda yazılmış olmasıdır. Şöyle ki buna Al­lah'ın ismiyle başlanmıştır. Zamanımızda akdedilen muahedelerde de bu kaaide yürürlüktedir. Bundan sonra: "Bu, üzerinde Muhammed ibn Abdillah ile Süheyl ibn Amr'ın anlaştıkları hükümler kitabıdır" fırkasıyle maksada girilmiş, bun­dan sonra da iki tarafa âid karşılıklı taahhüdler aynı lâfızlar tekrar edilerek ile­ride kötü tefsîre uğratılmak ihtimâli ortadan kaldırılmıştır. Bu usûl bu zamanda da böyledir.

İkincisi; on senelik muvakkat bir mütârekeyi ihtiva etmesi ve bu yoldaki son muahedelerde görülen kaaidelere ve şartlara uygun bulunması.

Üçüncüsü; iki taraftan İltica edenlerin geri verilmesi hükmü ile, bu imtiya­zın yalnız Kureyş ferdlerine tahsîs edilmesidir. Hakîkaten mültecinin geri veril­mesi Arab ahlâk ve âdetinde makbul birşey değilse de, burada maksad yalnız islâm'a girme olduğundan, Peygamber'in bunu kabule tenezzül buyurması, yü­celiği güneş gibi aşikâr olan İslâm Dîni'nin bu gibi mâni'lere karşı her türlü te'-sîrden ârî olduğunu gösterme hikmetine dayalı idi. Anlaşmanın işte bu hükümleri zamânımızdaki "Suçluları geri verme" kaaidesine uygun olmadığı açıktır. An­cak şimdiki usûl nice tecrübeler ve incelemeler netîcesinde meydana gelen bir keyfiyettir.

Dördüncüsü: Diğer kabilelere "Muhayyerlik hakkı" verilmesidir ki, ister­lerse Peygamber'in emâmna, isterlerse Kureyş'in ahdine girmekte muhayyer bı­rakılmışlardır. Eski zamanlarda tamamen mechûl olan bu "Muhayyerlik hakkı" mes'elesi, bu asırda Avrupa devletler hukukuna girmiş ve pek büyük bir ehem­miyet kazanmıştır" (Kâmil Mîrâs, Tecrid Ter., VIII, 205-206).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Hudeybiye'de

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Allah'ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi Hidayete Tabi Olan Kullarının Üzerine Olsun... :: EVLADU İYAL :: Tarih :: İslam Tarihi -