“Allah Yahudilerle Hıristiyanlara lanet etsin. (Çünkü) onlar peygamberlerinin kabirlerini mescit edindiler.”[1]
Bu Mesabihu’s-Sunne’nin ihtivâ ettiği sahih hadislerdendir. Bu hadisi müminlerin annesi Aişe (radıyallahu anhâ) rivayet etmiştir.
Peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlara lanet okumasının sebebi, peygamberlerinin defnedildikleri yerlerde namaz kılıyor olmalarıydı. Bunu da ya onların kabirlerine doğru secde etmenin onları tazim anlamına geldiğini kabul ederek yapıyorlardı; ki bu açık bir şirktir. İşte Peygamberimizin “Allah’ım, kabrimi kendisine tapınılan bir put kılma !”[2] buyurmasının sebebi budur.
Yahutta namaz kılarken peygamberlerinin kabirlerine yönelmenin, Allah katında daha makbul olabileceğini sanmalarındandı. Çünkü böyle bir davranış hem yüce Allah’a ibadeti, hem de onun peygamberlerini tazim etmeyi ihtivâ ediyordu. Bu ise gizli bir şirktir.
Kabirlerde Namaz Kılmak:
Bundan dolayı Peygamberimiz, ümmetine kabirlerde namaz kılmalarını yasaklamıştır. Böylece ümmetinin onlara benzemesini önlemeye çalışmıştır.
(Peygamberlerin kabirlerinde namaz kılmalarına sebep olan) bu iki maksat dışında farklı bir maksatları olsada, (bu yasaklanmıştır).
Yine Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Şunu bilin ki, sizden öncekiler kabirleri mescid ediniyorlardı. Sizi uyarıyorum, kabirleri mescid edinmeyin. Ben size bunu yasaklıyorum.”[3]
Muhakkik bir ilim adamı şöyle demiştir: Salih zatların mübarek kabul edilen kabirlerinde kılınan namazlar da bu yasağın kapsamına dahildir. Özellikle insanı bu yerlerde namaz kılmaya iten sebep, bu kimselerin tayin edilmesi ise bu böyledir. Çünkü böyle bir iş “gizli şirk” mahiyetindedir. Çünkü putlara ibadet, Nuh Peygamber zamanında başlamış olup önceleri onların kabirlerinin başında ibadete koyulmaları ile ortaya çıkmıştı. Nitekim Allah (C.C.), Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyurmaktadır:
“Nuh dedi ki: ‘Rabbim, gerçek şu ki, bunlar bana isyan ettiler, malı ve evlâdı zararından başkasını artırmayacak kimselere uydular. Ve onlar büyük büyük hileler yaptılar, tuzaklar kurdular. Ve ‘tanrılarınızı sakın bırakmayın; sakın Ved, Suvâ’, Yeğûs, Ye’ûk ve Nesr’i terketmeyin, dediler’.” (Nuh, 71/21-23)
İbn Abbas ve ondan başka selef (ümmetin geçmiş alimleri) dedi ki: Bunlar, Nuh Peygamber kavmi arasında salih kimseler idiler. Bunlar ölünce insanlar onların kabirlerinin başına dikilir oldular. Sonra onların suretlerini heykel şeklinde yaptılar. Aradan uzun bir zaman geçince onlara ibadet etmeye başladılar.[4]
İşte putlara tapınmanın başlangıcı böyle olmuştur.
İbnu’l-Kayyim, “İğâsetu’l-Lehfân” adlı eserinde hocasından naklederek şunları söylemektedir:
“Şâri’in, kabirlerin mescid edinilmesini yasaklamasına sebep teşkil eden bu illet (gerekçe); insanları ya büyük şirke ya da şirkten daha küçük günahlara düşürmüştür. Çünkü salih olduğuna inanılan adamın kabri dolayısıyla şirke düşmek, taşı ya da ağacı ortak koşmaktan nefislere daha yatkındır. Bundan dolayı bir çok kimsenin kabirlerin yanında, huşu ile yalvarıp, Allah’ın mescidlerinde de, seher vakitlerinde de yapmadıkları şekilde yakardıklarını; buralarda kıldıkları namazın bereketiyle, mescitlerde kıldıklarından beklediklerinden daha fazlasını umarak namaz kılıp dua ettiklerini görüyoruz. İşte bu fesad kaynağını kurutmak amacıyla Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, kabristanda namaz kılmayı mutlak olarak yasaklamış bulunmaktadır.[5] İsterse namaz kılan kişi, oranın bereketli bir yer olduğu kastıyla namaz kılmış olsun. Bu Peygamber Efendimiz’in güneşin doğuşu, batışı ve tam zeval vaktinde iken namaz kılmayı yasaklamasına benzer. Çünkü bu vakitler müşriklerin namaz ve ibadet zamanlarıdır. Kişinin o yerde namaz kılmanın bereketinden yararlanmak maksadıyla kabrin yanında namaz kılması ise, Allah’a ve Rasülüne karşı gelmenin, onun dinine muhalefet etmenin ta kendisidir; yüce Allah’ın izin vermediği bir din uydurmaktır.
İbadetletin Dayanağı İttibadır:
Çünkü ibadetlerin dayanak noktası, sünnete ve peygambere tabi olmaktır. Hevâlar ve sonradan çıkarılan bid’atler değildir. Müslümanlar, peygamberlerinin dininden öğrendiklerine göre, kabirlerin yanında namaz kılmanın yasaklanmış bir iş olduğunu icma’ ile kabul etmişlerdir. Çünkü buralarda namaz kılmak halindeki şirk fitnesi ile putlara ibadete benzeme hali, güneşin doğuşu, batışı ve zevali hallerinde namaz kılmak mefsedetinden çok daha büyüktür. Peygamber Efendimiz, namaz kılanın hatırına gelme ihtimali çok düşük olan bu mefsedeti, müşriklere benzeme ihtimalini ortadan kaldırmak maksadıyla (seddü’z-zerâyi’) yasaklamış olduğuna göre; evliyalara dua etmek, onlardan ihtiyaçlarının giderilmesini istemek, kabirlerinin yanında namaz kılmanın, mescitlerde namaz kılmaktan daha faziletli olduğuna inanmak ve buna benzer Allah’a ve Rasulü’ne açıkça karşı çıkmak olan amellerle kişiyi çoğunlukla şirke götüren bu işlerin durumu hakkında acaba ne düşünülür?”
İbnu’l-Kayyim, “İğasetu’l-Lehfan” adlı eserinde diyor ki:
“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetinde kabirlere dair varid olmuş rivayetleri, bu husustaki emir ve yasakları, ashab ve tâbiûnun uygulamalarını bir araya derleyip toparlayan bir kimse, bunları bugün insanların çoğunluğunun uygulamasıyla karşılaştıracak olursa; bunlardan birinin ötekine, bir arada bulunmaları kesinlikle mümkün olmayacak bir tarzda zıt olduklarını, birbirleriyle çeliştiklerini görecektir.
Şöyle ki: Peygamber, oralarda namaz kılmayı yasakladığı halde, onlar bu emre aykırı olarak kabirlerin yanında namaz kılarlar.
Kabirlerin üzerinde mescit yapılmasını yasakladığı halde onlar bu yasağa aykırı olarak, kabirler üzerinde mescitler bina ederler ve buralara “meşhed (çoğulu: meşahid)” adını verirler.
Peygamber kabirlerde kandil yakılmasını yasakladığı halde, onlar bu yasağa ters düşerek, kabirlerde mumlar ve kandiller yakmaktadırlar. Hatta bu amaçla vakıflar dahi yapmaktadırlar.
Peygamber kabirlerin alçı ve kireçle sıvanmasını, üzerlerine bina yapılmasını yasakladığı halde, onlar bu yasağa ters düşerek alçı ve kireçle sıvamakta, üzerlerini yükseltmektedirler.
Peygamber kabirler üzerine yazı yazmayı yasakladığı halde, onlar ona muhalefet ederek, üzerlerine levhalar dikmekte, bunlara Kur’an’dan ayetler ve başka şeyler yazmaktadırlar.
Peygamber kabirlere, topraklarından fazlasının onlara ilave edilmesini yasakladığı halde, onlar buna aykırı olarak, kireç, taş ve alçı toprağından başkalarını da onlara eklemektedirler.
Peygamber oraların bayram yeri edinilmesini yasakladığı halde; bu yasağına aykırı olarak oralarını bir bayram yeri ediniyorlar, bayram için toplandıkları gibi, oralarda da toplanıyorlar.
Evet bütün bunları; hatta fazlasını dahi yapıyorlar. Kısaca onlar bu hususta peygamberin emir ve yasaklarına muhalefet ediyorlar, onun getirdiklerine tam anlamıyla karşı çıkıyorlar.
Hatta bu sapık ve saptırıcılar, işi o kadar ileriye götürmüş bulunuyorlar ki; kabirler için hac ziyaretine dair hükümler belirlediler, bu amaçla (hac menasiki gibi) menasik tesbit ettiler. Öyle ki, aralarından aşırı gidenlerden birisi bu hususta bir kitap yazmış ve buna “Meşhedleri Haccetme Menâsiki” adını vermiş; böylece kabirleri Beyt-i Haram’a benzetmiş olmaktadır.
Bunun İslam’dan ayrılıp puta tapıcıların dinine girmek demek olduğu açıktır.
Şimdi Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in daha önce sözü geçtiği üzere kabirlere dair koymuş olduğu yasaklar ile bu gibi kimselerin koydukları şeriatlerle getirdikleri maksatlar arasındaki büyük farka bir bakınız!
Bu işlerin insanın sayamayacağı kadar bir çok kötülüğe sebep olduğu çok açıktır.
Bazıları şunlardır:
1- Bu kabirler dolayısıyla fitneye düşüren özellikte onları tazim etmek.
2- Bu kabirleri yeryüzünün en hayırlı ve Allah’ın en çok sevdiği mekanlar olan mescitlerden daha üstün tutmak.
Çünkü bunlar kabirlere gitmeye kalktıkları vakit, oraları tazim ederek ve onlara saygı duyarak tam bir alçak gönüllülük ve huşu ile; ince bir kalple ve buna benzer mescitlerde yaptıkları ve hatta mescitlerde benzeri bir hal içinde olmadıkları hallerle buraları ziyaret ederler.
3- Bu kabirler üzerinde mescitler yapmak, kandiller yakmak.
4- Oralarda ibadet kastıyla durmak, üzerlerine örtüler asmak, onlara koruyucular, bakıcı ve hizmetçiler görevlendirmek. O kadar ki, bu kabirlerde ibadet edenler, buralarda mücavirlik yapmayı, Mescid-i Haram’da mücavirlik yapmaya tercih ederler. Buraların hizmetkârlarını, mescitlere hizmet edenlerden daha faziletli kabul edenler.
5- Oralarda namaz kılmak, etrafında dolaşmak (tavâf), oraları öpmek, oraları istilâm etmek, oralarda yanakları yere koymak, kabrin sahiplerini yardım ve imdada çağırmak, onlardan yardım, rızk, esenlik, çocuk, borçlarının ödenmesini sıkıntılardan kurtarmalarını ve buna benzer bir zamanlar puta tapanların putlarından istedikleri şeyleri o kabir sahiplerinden istemek.
Halbuki Müslümanların önder alimlerinin ittifakı ile bunların hiç birisi meşru’ değildir. Çünkü Âlemlerin Rabbinin rasûlü de, ashâbdan, tabiûndan ve dinde önder bilinen diğer kimselerden hiçbir kimse böyle bir şey yapmış değildir.
Bu yaptıkları işlerden birisinin bile meşru’ ve sahih bir amel olması, bununla birlikte Peygamber Efendimizin doğruluk ve adaletlerine tanıklık ettiği ilk üç neslin bunların hiçbirini yapmalarına fırsat verilmezken; Peygamberin aralarında yalanın ve fasıklığın ortaya çıkacağına tanıklık ettiği sonrakilerin bu amelleri işleme başarısına eriştirilmeleri imkansız bir şeydir.
Bu hususta herhangi bir şüphesi olan kimse, şunu düşünsün: Yeryüzünde herhangi bir kimse, onlardan (ilk üç nesilden) birisinin herhangi bir ihtiyacı olduğunda kabirlere gidip –oralarda namaz kılıp o kabirlerden ihtiyaçlarını karşılamalarını istemeleri bir yana- orada dua ettiklerine, o kabirlere ellerini sürdüklerine dair sahih ya da zayıf bir nakilde bulunmalarına imkan var mı?
Hayır, böyle bir nakilde bulunmalarına imkan yoktur. Ancak onlardan sonra gelen nesillerden buna dair pek çok nakiller yapabilirler. Diğer taraftan aradan geçen zaman uzadıkça, bu hususlarda birtakım eserlerin telif edilmiş olduğu görülür. Fakat bunlarda Peygamberden de, râşit halifelerden de, ashab ve tabiundan da tek bir harf nakledilmiş değildir. Asla!
Hatta tam aksine buna tamamen aykırı, senedi Peygamberimize kadar ulaşan pek çok hadis-i şerif görülür. Bunlardan birisi de Peygamberimizin: “Ben size kabir ziyaretini yasaklamış idim. Bundan böyle kim kabirleri ziyaret etmek isterse ziyaret etsin. Ancak çirkin bir söz söylemesin.”[6]
O kabirlerin yanında sözlü ve fiili olarak işlenen şirkten daha büyük çapta bir çirkinlik, bir kötülük var mıdır, hangisidir ?
Âshab-ı kiramdan bu doğrultuda gelmiş rivayetler ise sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan Sahih-i Buhârî’de geçen bir rivayete göre Ömer b. Hattab, Enes b. Malik’in bir kabrin yakınında namaz kıldığını görmüş; ona: “Kabre dikkat et, kabre!” diye seslenmiştir.[7]
Âshabın Şirkten Sakınmaları:
İbnu’l-Kayyim, “İğâsetu’l-Lehfân” adlı eserinde şunları söylemektedir:
“İşte bu, peygamberlerinin kendilerine yasaklamış olduğu kabirlerin yanında namaz kılmanın zihinlerinde iyice yer etmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Enes’in böyle bir iş yapmış olması, bu işin câiz olduğuna inandığını göstermez. Çünkü, onu görmemiş ya da kabir olduğunu bilmemiş olması ihtimali vardır. Ömer radıyallahu anh onu uyarınca o da bu uyarıyı kabul etmiştir.
6- Şirk koşan kitap ehli, peygamberlerinin ve salih kimselerin kabirlerini bayram yeri edindikleri gibi, bu kabirlerin bulundukları yeri bayram yeri gibi edinmek. Çünkü onlar, kabirleri ziyaret için bir araya geliyor, orada bu işlerle ve eğlencelerle vakit geçiriyorlardı. Peygamberimiz de ümmetine bu işi yasakladı.
Nitekim Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Benim kabrimi bir bayram (yeri) haline getirmeyiniz. Bunun yerine bana salât (ve selâm) getiriniz. Çünkü getirdiğiniz salât (ve selâm), her nerede olsanız bana ulaşır.”[8]
Peygamberimizin kabri, yeryüzündeki kabirlerin en değerlisi ve en faziletlisi olmakla birlikte, oranın bayram yeri edinilmesi yasaklandığına göre; kim olursa olsun başkasının kabri hakkında bu yasak öncelikle söz konusu olur.
Diğer taraftan Peygamberimiz: “Bana salât (ve selâm) getiriniz. Çünkü getirdiğiniz salât (ve selâm), her nerede olsanız bana ulaşır” sözüyle buna işaret etmektedir: Ümmetinden ona gönderilen salât ve selâmın ecir ve mükâfatını –onun kabrine ister uzak ister yakın olsunlar- elde ederler. O halde onların, kabrini bayram yeri edinmelerine bir ihtiyaçları yoktur. Çünkü kabirleri bayram yeri edinmenin ne kadar büyük kötülüklere sebep olduğunu Allah’tan başkası hakkıyla bilemez.
Kabirleri bayram yeri edinenlerin aşırıya gidenleri, onları uzaktan görür görmez bineklerinin sırtından iner, başlarını açar, alınlarını yere koyar, yeri öperler. Sonra kabirlerin yanına vardıklarında orada iki rekat namaz kılarlar. Arkasından kabrin etrafına dağılarak, yüce Allah’ın insanlar için hidayet yurdu ve bereketli bir yer kıldığı Beyt-i Haram’a benzeterek etrafında tavafa koyulurlar. Daha sonra hacıların Mescid-i Haram’da yaptıkları gibi kabri öpmeye ve istilâma geçerler. Sonra alınlarını, yanaklarını yere yapıştırırlar, bilahare saçlarını tıraş ederek ya da kısaltarak Kabri Haccetme Menasikini tamamlarlar. Derken bu putlarına kurbanlarını da sunarlar.
Onların duaları, ibadetleri, kurbanları, orada döktükleri yaşlar, attıkları çığlıklar, yapılan dilekler, giderilmesi istenen sıkıntılar, fakirlerin zengin kılınma istekleri, musibet ve bela sahiplerinin iyileştirilmesine dair yaptıkları taleplerin hiçbirisi yüce Allah için olmaz; aksine bunların hepsi şeytana yapılır. Çünkü şeytan hiç şüphesiz ademoğlunun apaçık bir düşmanıdır. Türlü tuzaklarıyla onları dosdoğru yoldan alıkoyar. Onun en büyük tuzaklarından birisi de; “Şeytanın pis işlerinden olan” insanlara dik(tir)diği putlar ve heykellerdir.[9] Allahu Teala da müminlere putlardan uzak kalmalarını emretmiş, felaha ermelerini de buna bağlı kılmıştır:
“Ey iman edenler ! Şüphesiz içki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytanın pis işlerindendir. Ondan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.” (el-Mâide, 5/ 90)
Ensâb (dikili taşlar); “nusub” ya da “nasb”ın çoğuludur. Dikilerek, Allah’ın dışında kendisine ibadet edilen ağaç, taş, kabir, ya da başka her şeyi kapsar. Yapılması gereken bütün bunları yıkmak ve onların geriye izlerini dahi bırakmamaktır.[10] Nitekim Ömer radıyallahu anh, altında Peygamberimize beyat yapılan ağaca insanların ellerini sürdüklerini haber alınca, görevlendirdiği birisini gönderip o ağacı kestirmiştir.[11]
Ömer radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ashabının altında kendisine beyat ettikleri, yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerimde: “Andolsun Allah müminlerden sana ağacın altında beyat ettikleri vakit razı olmuştur” (el-Feth, 48/18) diye sözünü ettiği ağaca böyle bir uygulama yaptığına göre; bunun dışında kalan, alabildiğine büyük bir fitne ve büyük bir bela haline gelen diğer putlar hakkındaki hükmü ondan daha ağır olacaktır.
Bundan daha da açık ve kesin bir uygulama ise Peygamberimizin Mescid-i Dırar’ı yıktırmasıdır.[12]
Kabirler Üzerinde Yapılan Mescitlere Dair İslam’ın Hükmü:
İşte bu uygulama kabirler üzerinde yapılan mescitlerde olduğu gibi, fesadı bundan daha büyük olan yapıların yıkılması gerektiğinin delilidir. Bu gibi yerler hakkındaki İslam’ın hükmü büsbütün yıkılmaları ve yer ile dümdüz edilmeleridir. Kabirler üzerinde bina edilmiş kubbelerin de yıkılması gerekir. Çünkü bunlar, Rasûlullah’a isyan ve ona muhalefet etmek esası üzerine bina edilmişlerdir. O halde böyle yerlerin yıkılması, Mescid-i Dırar’dan bile daha uygundur. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kabirler üzerinde bina yapmayı yasaklamış ve onlar üzerinde mescit edinenleri lanetlemiştir. Dolayısıyla Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yapılmasını yasakladığı ve yapanını lanetlediği yapıyı yıkmakta elin çabuk tutulması gerekir.
Bunun için kabirler üzerinde yakılan her bir mumun ve kandilin de söndürülmesi gerekir. Çünkü bu işi yapanlar, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ın okuduğu lanetle lanetlenmiştir. Rasûlullah’ın lanet okuduğu her bir iş, büyük günahlardandır.
Bundan dolayı ilim adamları şöyle demişlerdir:
Kabirlere mum, zeytinyağı ve buna benzer başka şeyler adamak caiz değildir. Çünkü böyle bir adak günah adağıdır. Bunları yerine getirmek caiz olamaz. Aksine bu gibi adaklar dolayısıyla yemin keffareti gibi keffarette bulunmak gerekir. Kabirlere bu tür bir şey vakfetmek de caiz değildir. Böyle bir vakıf sahih değildir. Bu vakfı kabul etmek de, gereğini uygulamak da helal olamaz. İmam Ebu Bekr et-Tartuşi şunları söylemektedir: “Kardeşlerim –Allah’ın rahmeti üzerinize olsun- etrafınıza bakınız nerede insanların kendisine yöneldikleri, kendisini tazim ettikleri, ondan iyileşme ve şifa umdukları, çivi çaktıkları, bez bağladıkları bir ağaç görürseniz bilin ki o Zatu Envattır, o ağacı kesiniz. Zatu Envat ise müşriklere ait bir ağaç olup onlar bu ağaca silahlarını, mallarını asarlar ve onun etrafında ibadet ederlerdi. Nitekim Tirmizi Sünen’inde Ebu Vâkid el-Leysi’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte Huneyn’e doğru gittik bizler henüz İslam’a yeni girmiştik. Müşriklerin, etrafında ibadet ettikleri ve kendisine silahlarını, eşyalarını astıkları bir sedir ağaçları vardı. Buna Zatu Envat denilirdi. Biz de: Ey Allah’ın Rasulu, onların bir Zatu Envatları olduğu gibi sen de bize bir Zatu Envat yap. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Allahu ekber! Bunlar izlenen yollardır. Sizler nefsim elinde olana yemin ederim ki, İsrail oğullarının Musa’ya söyledikleri sözün bir benzerini söylediniz:“Onların bir tanrıları olduğu gibi sen de bize bir tanrı yap, demişlerdi. O : Gerçekten siz cahillik eden bir kavimsiniz, demişti” (el-Araf,7/138)
Andolsun sizden öncekilerin yollarını siz de izleyeceksiniz.”[13]
Silahları asmak ve etrafında dolanmak ya da yanında bulunmak maksadıyla böyle bir ağaç edinmek, ona ibadet etmeseler ve ondan bir dilekte bulunmasalar dahi, Allah ile birlikte bir ilah edinmek olduğuna göre; insanların kendilerine yöneldikleri, tazim ettikleri ve şifa umdukları ağaç, taş ya da kabir gibi başka şeyler hakkında ne düşünülebilir? İnsanlar bunlar hakkında bu taş yahut ağaç ya da kabir, aslında Allah’a bir ibadet ve bir yakınlık olan adağı kabul ediyorlar ve bu puta ellerini sürüyor, onu öpüyorlar. Selef Allah’ın yakınında namaz kılmayı emretmiş olduğu Makam-ı İbrahim’in taşlarına el sürmeyi dahi kabul etmeyip buna tepki göstermiştir. Nitekim el-Ezrakî Katade’den naklettiğine göre Allah’ın: “Makam-ı İbrahim’in yakınında namazgâh edininiz” (el-Bakara, 2/125) buyruğu hakkında şunları söylediğini nakletmektedir: “İnsanlara onun yanında namaz kılmaları emrolunmuştur. Ona ellerini sürmeleri emrolunmadı.” Hatta ilim adamları ittifakla oranın istilâm olunmayacağını ve Hacer-i Esved’in dışında hiç bir yerin öpülmeyeceğini söylemişlerdir. Rükn-i Yemâni’ye gelince, sahih olan sadece istilâm olunacağı ve öpülmeyeceğidir.
İşte Şeytan her zaman insanlara insanların tazim ettikleri bir adamın kabrini put olarak göstermekte ve onu Allah’ın dışında kendisine ibadet olunan bir put haline getirmektedir. Daha sonra kendi dostlarına da şunu telkin etmektedir. Her kim bu puta ibadetten alıkoymaya, oranın bir bayram yeri edinilmesini engellemeğe, onun tapınılan bir put haline getirilmesine karşı çıkmaya kalkışacak olursa, bu zatın kıymetini eksiltmiş, ona haksızlık etmiş olur. Bu nedenle cahiller böyle bir kimseyi öldürmeğe, onu cezalandırmaya kalkışırlar, onu kafir ilan ederler. Halbuki onun bütün suçu Allah’ın ve Râsûlu’nun emrettiklerini emretmek, Allah ve Rasûlü’nün yasakladıklarını yasaklamaktan ibarettir.
Kabirperestleri kabirler dolayısıyla fitneye düşüren bir takım hususlar vardır. Bunların bazıları şunlardır: Allah’ın Rasûlu ile göndermiş olduğu tevhidi tahkik etmenin, şirke götüren yolları kesmenin gerçek mahiyetini bilememek. Çünkü bu hususta basit bir bilgiye sahip olanları Şeytan, kabirler konusunda fitneye düşürmeye davet edip de onların da onun bu çağrısını çürütecek bir bilgileri bulunmadığından, cahillikleri dolayısıyla hemen onun çağrısını kabul ederler. Sahip oldukları bilgi kadarıyla da ondan korunurlar.
Bir diğer sebep; Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e nisbet edilen; puta tapıcılara benzeyen kabirperestlerin uydurdukları hadislerdir. Bu hadisler onun dininde gelen gerçeklerle tamamen çelişki halindedir.
Kabirperestlerin Uydurdukları Hadisler:
Bunlara bazı örnekler:
“İşlerde ne yapacağınızı bilmeyecek şekilde şaşırır ve hayrete düşerseniz kabir ehlinden yardım isteyiniz.”[14]
“İşler sizi yorgun, bitkin düşürdü mü bu sefer kabir sahiplerine yönelmeye bakınız.”[15]
“Herhangi bir kimse bir taş hakkında dahi güzel zan besleyecek olursa ona faydalı olur”[16] ve buna benzer İslam dinine taban tabana zıt ve puta tapıcılara benzeyen[17] kabirperestlerin uydurdukları, cahil ve sapıklar arasında da yaygınlaşmış diğer hadisler…
Şanı büyük Allah, Rasûlunü taşlar, ağaçlar hakkında hüsn-ü zan besleyen kimselerle savaşmak için göndermiştir. O ümmetini her yolu kullanarak kabirlere meftun olmaktan, onların fitnesine düşmekten uzaklaştırmaya çalışmıştır.
Bu sebeplerden birisi de o kabir sahipleri hakkında anlatılan hikâyelerdir: Güya filan kişi filan kabirden bir sıkıntısı dolayısıyla yardım istemiş ve o sıkıntıdan kurtulmuş, filan kişinin başına bir musibet gelmiş, o kabir sahibine dua etmiş, sıkıntısını açmış, filan kişi bir ihtiyacı için o kabir sahibine dua etmiş, ihtiyacı giderilmiş. Kabir bakıcıları ile kabirperestler arasında bu kabilden anlatılan hikayeler pek çoktur. Onları burada nakletmek çok uzun sürer. Bunlar Allah’ın hem dirilere, hem ölülere karşı en fazla yalan uyduran yaratıklarıdır.
İnsan nefsi ihtiyaçlarının giderilmesine ve sıkıntılarının ortadan kaldırılmasına çok düşkündür. Özellikle çok sıkıntı içerisinde bulunan kimseler her yola başvururlar. İsterse bunlarda bir dereceye kadar hoşlanılmayacak bir taraf bulunsun. Herhangi bir kimse filanın kabrinin denenmiş bir şifa olduğunu işitti mi hemen ona meyleder, oraya gider, onun yanında yanık bir kalple, zillet ve kırık bir gönülle dua eder. Allah da kabir için değil de kalbindeki zillet ve kırıklık dolayısıyla onun duasını kabul eder. Çünkü o bu haliyle meyhanede, hamamda veya çarşı pazarda dahi dua etse hiç şüphesiz onun duasını kabul eder. Cahil kişi de o duasının kabul edilmesinde kabrin bir etkisinin olduğunu zanneder. Allah’ın kafir de olsa çaresiz kalmış kimsenin duasını kabul ettiğini bilmez. Diğer taraftan; Allah duasını kabul ettiği herkesten razıdır, diye bir şey de yoktur. Onu sevdiği, onun yaptığı işe razı olduğu anlamında değildir. O iyinin de kötünün de müminin de kafirin de duasını kabul eder. Allah bizlere lütuf ve keremiyle rızasına uygun olacak amelleri ve duaları kolaylaştırsın.
[2] Müsned, 1, 246, “tapınılan” lafzı olmadan; Muvatta, 1, 172, h.n: 85, Ata b. Yesar’dan mürsel olarak; Abdurrezzak, Musannef, VIII, 464, h.n: 15916, hem merfu, hem mürsel olmak üzere iki rivayet.
[3] Müslim, I, 377, h.n.: 532; İbn Sa’d, Tabakat, II, 240.
[5] Peygamber Efendimizin: “Yeryüzünün tamamı mesciddir. Kabristan ile hamam müstesna.” buyruğu gibi. Hadisi Ahmed, Müsned, III, 83, 96; Ebû Davûd, I,330, h.n.: 492; Tirmizi, II, 131, h.n.: 317’de rivayet etmişler; Tirmizi “Bu hadiste ıztırab vardır” demiştir. Ayrıca İbni Mâce, I, 246’da h.n.: 745; İbn Hibban, III, 103, h.n.: 1607, IV, 32, h.n.: 2312, IV, 33, h.n.: 2316; Hâkim, I, 251’de rivayet etmişlerdir. Bu senedleri kaydettikten sonra “hepsi Buhari ve Müslim’in şartlarına uygun olmakla birlikte ikisi de bunu rivayet etmemişlerdir” demektedir. Zehebi de bütün bu hadisler hakkında ona uygun kanaat belirtmiştir. Elbanî de Sahihu Camii’s-Sağîr, 1/536, h.n.: 2767’de sahih olduğunu belirtmiştir. Bunun dışında (bu manada) sahih başka hadisler de vardır.
[6] Müsned, III, 38’de: “Ben size kabir ziyaretini yasaklamış idim. Onları artık ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlarda bir ibret vardır.” anlamında. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 57’de şunları söylemektedir: “Bu hadisi Ahmed rivayet etmiş olup, râvileri sahih hadis ravilerindendir.” Hadisi Nesâi, IV, 89’da bütünüyle Peygamber Efendimiz’e ait bir söz (merfu hadis) olarak zikretmiştir.
[7] Buhârî, I, 624’de muallak olarak rivâyet etmiştir.
[8] Ebu Davud, II, 534, h.n.:2042; el-Elbâni, Sahihu’l-Camii’s-Sağir, II,1211, h.n.: 7226’da sahih olduğunu belirtmektedir.
[9] Böylelikle kabirperestlerin putatapıcılar olduklarını ortaya koymaktadır. Çünkü bir kabire ibadet edildi mi o artık bir puttur.
[10] Bu ifadelerden tapınılan kabirlerin ve üzerlerine yapılan binaların yıkılması gerektiği anlaşılmaktadır.
[11] İbn Sa’d, Tabakat, II, 100; Muhammed b. Vaddah, el-Bid’a ve’n-Nehyü Anha, 42-43; İbn Ebi Şeybe, Musannef, II, 375; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, VII, 448’de sahih bir senedle rivayet etmişlerdir, demiştir.
[13] Tirmizi, IV, 475, h.n.: 2180 Tirmizi: Bu hasen sahih bir hadistir, demiştir. Müsned, V, 218; Abddürrezzak, XI, 369, h.n.: 20763; Taberani, Kebir, III, 3290, 3291, 3292, 3293, 3294; İbn Hibban, Sahih, VIII, 248, h.n.: 6667; Tayalisi, 1346; Ebu Ya’la, Müsned, II, 159 h.n.: 1437; Humeydi, Müsned, II, 375, h.n.: 848; İbn Cerir, Tefsir, IX, 45; Nesâi, Tefsir, s.72; Lâlekâi, Şerhu Usuli’l-İtikad, I, 124, h.n.: 504 ve 205; İbn Ebi Âsım, Sünne, I, 37, h.n.: 76; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensûr, III, 114 te belirtildiğine göre de İbn Ebi Şeybe, İbnu’l-Munzir, İbn Ebî Hatim, Ebu’ş-Şeyh ve İbn Merduyeh tarafından hepsi de Sinan b. Ebi Sinan’dan o Ebu Vakid el-Leysi’den merfu olarak rivayet etmişlerdir. Sahih bir hadistir. Müellif bu hadisi Buhari’ye nisbet etmiş olmakla birlikte bu bir yanılgıdır.
[15] Şeyhu’l-İslam dedi ki: “Bu hadis yalandır. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e uydurulduğu hususunda hadis ilmini bilen kimselerin icmaı ve ilim ehlinin ittifakı vardır. Güvenilir hadis kitaplarından hiç birisinde bulunmamaktadır.” Bk. et-Tevessül ve’l-Vesile, s.297; er-Reddu ale’l-Bekri, s.302-303
[16] Temyizu’t-Tayyib mine’l-Habis adlı eserde (s.133) aktarıldıktan sonra şunları söylemektedir: İbn Teymiyye dedi ki: Bu hadis uydurmadır. İbn Haber de bu hadisin aslı yoktur, demiştir.
[17] Asıl nüshada “putlar” yerine “İslam” kelimesi vardır. Ancak bunun yanlış oluğu açıkça ortadadır. Doğrusu yazılan şekildir.
KABİRLER, BİD’ATLER VE ÖLÜMÜ HATIRLAMA / Ahmed er-Rûmî el-Hanefî