Derim ki: Bazı ilim adamları, Hz. Âdem'in cennette yerleştirilmesinden önce peygamber olduğu hükmünü yüce Allah'ın: "O da onlara isimlerini haber verince.." (el-Bakara 2/33) buyruğundan çıkarmışlardır. Şanı yüce Allah, ona meleklerin sahib olmadığı, yüce Allah'ın ilminden birtakım bilgileri haber vermesini emretmeştir.
Hz. Âdem'in unutarak yasak ağaçtan yediği de söylenmiştir. Onların yemeleri halinde karşı karşıya kalacakları tehdidi unutmuş olmaları mümkündür.
Derim ki: Doğrusu da budur. Çünkü yüce Allah, Kitab-ı Kerim'inde bunu çok kesin ve açık bir ifadeyle dile getirerek şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki bundan önce biz Âdem'e vahyettik, o da unuttu, biz onun (.günaha) kastettiğini görmedik. " (Ta-ha, 20/115) Fakat peygamberlerin marifetlerinin çokluğu, makamlarının yüksekliği dolayısıyla başkaları için gerekmeyen fakat kendileri için gereken bir dikkat ve uyanıklığa sahip olmaları gerekir. O bakımdan Hz.Âdem'in bu şekilde kendisine yapılan yasağı hatırlamasını engelleyecek başka şeylerle uğraşması, emri zayi etmektir ve bundan dolayı o asi yani emre aykırı hareket eden bir kişi konumuna düşmüştür. Ebû Umame der ki: Eğer şanı yüce Allah'ın insanları yarattığı günden Kıyamet gününe kadar bütün Âdemoğullarının kendilerini dizginlemeleri bir kefeye, Âdem'in de kendisini dizginlemesi öteki kefeye konulacak olursa, Âdem'in kendisini dizginlemesi onlardan daha ağır basar. Nitekim yüce Allah: "Biz onda (günaha karşı) bir kasıt görmedik." (Ta-ha, 20/115) diye buyurmaktadır.
Derim ki: Ebû Umame'nin bu sözü bütün Âdemoğulları hakkında genel bir ifadedir. Aralarından peygamberimiz Muhammed (s.a)'i bunun dışında bir istisna kabul etmesi ihtimali vardır. Çünkü Peygamber Efendimiz, kendisini dizginlemesi ve aklı itibariyle insanların en ileri derecede olanıdır. Onun bu sözünün aynı şekilde peygamberler dışında kalan Âdemoğullarının kendilerini dizginlemesi şeklinde bir anlam ifade etmesi de muhtemeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Derim ki: Konu ile ilgili birinci görüş de aynı şekilde güzeldir. Buna göre, onlar yasak kılınan ağaçtan sadece tayin edilen ağaç olduğunu sanmışlar, halbuki kasıt o ağacın türünden olan bütün ağaçlan da kapsamakta idi. Peygamber Efendimizin, bir parça altın ve bir parça ipek kumaş alıp: "Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır" bir başka rivayete göre de: "Bu ikisi ümmetimi helak edecektir" demesi gibi. Hz. Peygamber bu ifadeleriyle muayyen olarak o iki parçayı değil, onların cinsini kastetmiştir.
[Ben/e-mir derim ki: Biz bile Resululah'ın yukardaki emri ile tüm altın ve ipeklilerin erkeklere haram olduğunu anlayabiliyorken, Adem (as)'ın Allah'ın "Şu ağaca yaklaşmayın." emrini eksik anlamış olması muhaldir. Üstelik o ağaç türünden cennette başka ağaçların da var olduğu bilgisi de delile değil zanna dayanmaktadır. Allahu Alem.]
İbni Kesir Tefsirinde 2-Bakara Suresi 35-36. Ayetlerin tefsirinde de konu ile alakalı olarak şu bilgiler yer almaktadır:
Adem (as) Cennette Nebi İdi Hafız Ebu Bekr İbn Merdûyeh, Muhammed İbn İsâ el-Dâmegânî kanalıyla... Ebu Zerr'den nakleder ki, o şöyle demiş : Ben dedim ki; ey Allah'ın Rasûlü sana Hz. Âdem gösterildi, acaba bir nebî miydi? Allah'ın Rasûlü buyurdu ki; Evet bir nebî ve rasûl idi. Allah onunla açıktan açığa konuşarak : «Ey Âdem sen eşinle birlikte cennette otur» buyurdu. …. Bize Müslim İbn İbrâhîm... Enes İbn Mâlik'ten nakletti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur. Ayrıca bana halîfe dedi ki Yezîd İbn Zürey' Saıd'den o da Katâde'den o da, Enes İbn Mâlik'ten nakletti ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: «Mü'minler, kıyamet günü toplanırlar ve derler ki biz Rabbımızdan şefaat dileyecek birisini bulsak. Bunun üzerine Hz. Âdem'e gelirler, ve derler ki; Sen, insanların atasısın, Allah onları senin elinde yarattı ve sana melekleri secde ettirdi ve her şeyin adım sana öğretti. Binâenaleyh sen bizim şu yerimizde rahatlayahilmemiz için Rabbının katında bize şefaat et. Hz. Âdem; ben burada sizin yanınızda yoğum der ve haya ederek kendi günahını zikreder, Nuh'a gidin, çünkü Allah'ın yeryüzüne göndermiş olduğu ilk Rasûldür der. Bunun üzerine onlar Hz. Nuh'a gelir şefaat isterler. O, bilgisi olmadığı konularda Rabbından istediğini hatırlatarak utanır ve ben burada sizin yanınızda yoğum, Rahmân'm dostu olan İbrahim Halîlûllah'a gidin der. Ona gelirler. O ise ben burada sizin yanınızda yoğum. Hz. Musa'ya gidin o Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve Tevrat'ı verdiği kuludur der. Bunun üzerine onun yanına gelirler. O da, haksız yere ve cana can olmaksızın bir cam öldürdüğünü hatırlatarak Rabbından utandığını belirtir ve ben sizin yanınızda yoğum Allah'ın kulu, Rasûlü, kelimesi ve Ruhu olan İsa'ya gidin der. Onlar Hz. isa'ya gelirler. O da, ben sizin yanınızda yoğum, Allah'ın gelmiş geçmiş günahlarım affet¬tiği Muhammed Mustafâ (s.a.) kuluna gidin der. Onlar bana gelirler. Ben de Rabbımdan izin istemek üzere ayrılırım. Ben Rabbımı görünce secdeye kapanırım. Allah dilediği süreye kadar beni secdede bırakır. Sonra bana buyurulur ki; «başını kaldır ve iste, verilirsin, şöyle, dinlenirsin; şefaat et, şefaat edilirsin.» Ben bunun üzerine başımı kaldırır bana öğrettiği hamd ile onu hamd ederim, sonra şefaat ederim ve o bana bir sınır çizer ben de onları cennete girdiririm. Sonra kendisine döner ve Rabbımı gördüğümde bir önceki gibi davranırım. Sonra şefaat ede¬rim, şefaat isterim. O da bana bir sınır çizer ve onları da cennete girdiririm. Sonra dördüncüye döner ve derim ki cehennemde Kur'an'ı hapsedenden başka kimse kalmadı ona ebedî olarak cehennemde kalmak vâcib oldu derim.» Bu hadîsi Buhârî bu şekilde nakletmiştir. Müslim ve Neseî ise Hişâm kanalıyla Katâde'den nakletmiştir. Müslim, Neseî ve İbn Mâce Saîd'in hadîsinden onun kanalıyla Katâde'den rivayet etmişlerdir. Onun irâd ediliş şekli de böyledir.